Dizi sektörünü Lost değiştirdi
Yılmaz Erdoğan’ın kanaatimce en sağlam işi olan Vizontele’de televizyon için bir cümle vardı: Her evde bir sinema olacak. O zamanın teknolojik imkanlarında bir devrimdi televizyon. İmkanı olanlar için evinden çıkmadan eğlence demekti.
O yıllardan bugüne gelene dek teknoloji her alanda olduğu gibi televizyonda da köklü değişimlere yol açtı. Yeri geldi modayı yönlendirmek için kullanıldı, yeri geldi toplulukları manipüle etmek için. Bu etkili mecranın en önemli aktörü de dizilerdi. Yıllar boyunca içerikleri, formatları değişse de dizi mefhumu her zaman televizyon yayıncılığının ana silahı oldu. Dizilerle ilgili bu değişimi, kronolojinin detaylarını başka bir yazıda paylaşmak üzere dosyamıza kaldırıp konumuza gelelim. Diziler ve dizi oyunculuğunun evrimi...
2004 ve 2011 yılları arasında ekranlara gelen, bir Hollywood yıldızı ve arkadaş çevresinin yaşamını anlatan Entourage dizisinde bir anekdot vardır. Oynadığı film gişede çakılan ve maddi olarak da ciddi şekilde zor günler geçiren Vincent Chase’in menajeri Ari Gold kendisine bir televizyon dizisi teklifiyle gelir. Vince ve tayfasının tepkisi ortaktır; “Hey kariyerimiz daha bitmedi, tamam mı!!”
Yani çok değil, daha 10 yıl öncesine kadar Hollywood sisteminde bir süper yıldızın televizyon dizisinde oynaması kariyerinin inişe geçtiği ibaresiydi. Yaşı ya da yanlış seçimleri veya popülaritesini kaybetmesi demekti.
21’inci yüzyılın bitmek hatta yavaşlamak bilmeyen değişim rüzgarları bu algıyı da yerle bir etti. Tabii bunda dizi sektörünün paralel şekilde seyreden değişimi de en büyük etken.
Lost
Diziler blockbuster filmlerden çok kazandırdı
Büyük sinema yıldızlarını TV ekranında gördüğüme dair hatırladığım ilk proje; 2003 tarihli HBO yapımı Angels in America. O zamanlar göz bebeğimiz olan Cnbc-e’de yayınlanmıştı ve Al Pacino, Meryl Streep gibi isimlerle dikkatimi çekmişti. Derken 2004 yılında Lost geldi ve dizi sektörü bir daha geri dönülemeyecek şekilde değişti.
2004 - 2010 yılları arasında 118 bölüm olarak yayınlanan Lost, yarattığı müthiş atmosfer ve birbirinden gizemli soruları ile ekranlarda fırtına gibi esti. Televizyon sektörünün yıldızlarından dahi kimseyi barındırmayan mütevazı kadrosuyla ortalığı yıkıp geçti. Fakat finaliyle hayal kırıklığı yarattı. Oluşturduğu etkiyle sektörün TV dizilerine bakışını değiştirdi. Bu yeni çağda küresel ağ ve ilişkiler sayesinde TV dizileri blockbuster filmlerden bile daha çok para kazandırabilirdi. Üstelik çok daha mütevazı bütçelerle... Mütevazı bütçe demek; olası başarı halinde hayallerinin de ötesinde bir kar oranı demekti. Kar dendiğinde kan kokusu almış köpekbalığına dönen yapımcılar da, bu görece bakir dünyaya balıklama daldı.
Sonrasında Prison Break, Supernatural, Heroes gibi müthiş diziler art arda gelmeye başladı. Her ne kadar ilk sezonları destansı, devam sezonları ise gelen tatlı para sebebi ile lastik gibi uzatılmaktan dolayı yavanlaşan işler olsa da televizyon dünyasına büyük bir dinamizm getirdi. Yapımcılar, oyuncular, izleyiciler açısından her şey toz pembe giderken üzerine aşırı yük binen senaristler durumdan rahatsızdı. Şartlarda iyileşme isteyen Writers Guild of America (Amerikan Yazarlar Sendikası) yapımcı firmalar ile süren görüşmeler olumsuz sonuçlanınca 2007 yılında greve gitti ve 5 Kasım 2007 ile 12 Şubat 2008 arasında sektörün tüm dişlileri durdu.
Hınzır teknoloji televizyonu yerle bir etti
Lost’tan sonra dizi dünyasını evrime zorlayan ikinci kırılma noktası da bu oldu. Genellikle 23-24 bölüm olan dizi sezonları daha kısa ve esnek olarak yeniden yapılandırıldı. Süre olarak zaten katı kuralları olan sendika böylece bölüm sayısı olarak da bir düzen sağlamış oldu. Darısı her bir bölümü 2 saati bulan yersiz uzun yerli dizilerimize...
Tüm bu düzenlemelerle dizi dünyası hayatına mutlu mesut devam ederken, hınzır teknoloji yerinde durmadı ve konvansiyonel medyayı yerle bir eden internet çağı ve yayıncılığı geldi. İnanılmaz düşük maliyetlerle, hiçbir yapımcı ve dağıtıcıya mecbur kalmadan izleyicisiyle buluşan yetenekli kişiler farkında olmadan bambaşka bir sektörü yarattı: Streaming media.
Yaşaması için her türlü yeniliğe doğru evrilmesi gereken sermaye ise vakit kaybetmeden bu yeni dünyada streaming kanallarıyla yerini aldı. En bilineni ve oyunun ilk oyuncularından biri olan Netflix’i Apple, Disney gibi devler takip etti. Geniş bant internetin yayılması ile klasik TV yayınına ciddi rakip oldular. Hatta teknolojik olarak daha çok imkanı olan sosyal kesimlerde eski tarz TV yayınlarını ezip geçtiler.
Destansı yapımlar geleceği tehlikeye sokar mı?
Süper yıldızların dizilere yaklaşımı ise bu bağlamda ciddi bir değişim geçirdi. Eskiden kariyer sonbaharı olan diziler şimdi prestij kaynağı oldu. Tom Hardy, Matthew McConaughey, Jason Momoa, Nicole Kidman, Julia Roberts, Jude Law ve daha birçok dev isim TV dizilerinde rol aldı, hatta bazıları yapımcılığı da üstlendi. Bu rüzgar dinecek gibi de durmuyor. Çünkü bir sonraki yazımın konusu olacak olan ‘Streaming Savaşları’ daha yeni başlıyor.
Eskiden filmin afişinde yer alması bile 5 milyon seyirci getiren isimler şimdi aynı etkiyi ekranda yaratmak için kılıçlarını çekiyor. Fakat buradaki soru işareti ise şu; daha destansı yapımlar için kesenin ağzı açıldıkça yükselen maliyetler bu yeni yayın tarzının geleceğini tehlikeye sokar mı? Teknolojinin doğası olan ‘Devi yerle bir eden küçük afacan yeni teknolojiler’ yayın dünyasında yeni bir evrimi tetikler mi? Sanırım bunun cevabını yakın gelecekte hep birlikte alacağız.
Mutlu ve sağlıklı günler dileğiyle...
