Artık adım "İstanbullu Gelin"

YAŞAM 03.10.2020, 15:37 03.10.2020, 15:39
Artık adım "İstanbullu Gelin"

Sporcu olan oğlumuz Eren’in transferi ve gelecekteki kariyeri için 27 Haziran’da İstanbul’dan Urla’ya göçtük. Resmi olarak 3 aydır İzmirliyiz. Bu süre içerisinde 1 kere ameliyat olmak, 3 seferde, iş için İstanbul’a git gel yaptık. Gelmeden önce kafamızda milyon tane soru ve bir o kadar da acabalar vardı.

3 ay kesin değerlendirmek yapmak için çok uzun bir süre olmasa da en azından burada ailece çok daha huzurlu ve keyifli olduğumuzu söyleyebilirim. Bazılarına göre çok marjinal bir karardı, doğma büyüme İstanbullu olarak; 1 ayda karar verip -tüm hayatımızın geçtiği Bağdat Caddesini bırakıp- apar topar Urla’ya yerleşmek. Eşim Barış ve benim gazetecilikle başladığımız televizyonda devam ettirdiğimiz renkli kariyerlerimizi, hareketli yaşamımızı terk etmenin kolay olmayacağını düşünenler çoğunluktaydı. Gerçi henüz Urla’da -yazdan daha güzel olduğunu söylüyorlar- kışı yaşamadık, erken konuşuyor olabilirim ama biz çok çabuk kendimizi bile şaşırtan hızla adapte olduk yeni yaşamımıza. Her birimizin içinde bir İzmirli yatıyormuş da haberimiz yokmuş. :)

Öncelikle iki şehrin enerjisi ve ritmi çok farklı, bunu İstanbul’a gidip geldikçe çok daha net kavradım. İstanbul, çok şık giyimli, full makyajlı, saçı rüzgar esse bile bozulmayacak kadar yapılı, fit ve seksi ama bir o kadar da telaşlı, aceleci, ve kaprisli bir kadına benzerken; İzmir ise ne giyse yakışan, rahat ama bakımlı, hayat dolu bir party girl.

İzmir kesinlikle İstanbul’a göre slow motion. İstanbul’un hızı ve agresifliği ile buraya gelirseniz mutsuz olursunuz. Nabzı düşürmek küçük ve anlık şeylere odaklanmak lazım. Herkes yavaş ama aynı zamanda mutlu ve güler yüzlü. Marketteki kasiyer kızdan pazarcısına günaydın, merhaba, iyi akşamlar gibi selamlaşma ritüelleri Avrupa şehirleri standartlarında. Tek kusurları aceleleri hiç yok. Usta çağırıyorsun, cuma kesin geleceğim diyor bekle Allah bekle adam yok. Gecikeceğini haber vermek için bile aramıyor. Cuma diyor pazartesi 18.00’de geliyor. Ya da sokağın köşe başındaki sucudan su sipariş veriyorsun, akşam ancak geliyor. Ben de eski İstanbullu yeni İzmirli olarak akşamdan söylüyorum suyu bir sonraki gün öğlen getirtmeyi başarıyorum.

İlk 1 ay alışma evresinde markette salgın önlemleri gereği sosyal mesafe filan kısacası kuyruk var. Tek benim sesim çıkıyordu 2. kasayı açar mısınız? Başka kasa yok mu? Lütfen başka kasa açalım diye. Şimdi sesimi bile çıkarmıyorum, bekliyorum herkes ile mutlu mutlu sıramda. Ne acelen var, nereye yetişiyorsun Aslı diye yavaşlatıyorum kendimi. Biz alışmışız İstanbul’da bir çıkınca evden 4-5 işi -dişçi, alış veriş, avukat, noter, 2 toplantı bir yemek, veli görüşmesi- halledip dünyaları kurtaran savaşı havasıyla evlere dönmeye. İlk başlarda buradakiler "Ne acelesi vardı, haftaya yapardınız, önümüzdeki ay hallederdiniz" deyip bizim hızımıza anlam veremiyorlardı. Henüz onlar kadar yavaşlamadık ama tempoyu biraz düşürdük ve bu ailece bize iyi geldi.

Denize sıfır pazarımız var, pazarcıların ayakları denizde. Her çarşamba Çeşmealtında kuruluyor. Oradan aldıklarımızla taze sebze ve meyveye doyduk. Hele bir Urla mısırı var. Benim diyen süt mısıra on basar. Deniz börülcesini bile pişirip rakının yanına başarı ile meze yapıyorum, resmi olarak mutfakta da Egeliyim artık. Hatta Sıdıka Ablamız sağ olsun, onun teşvikiyle bu sene ilk defa 30 kilo domates alıp kış için kendi kavanoz domatesimizi yaptık.

Biraz kader kısmet işi olsa da insan çoğu zaman kendi şansını da kendi yaratıyor. Tıpkı şehirler arası seyahat yasağı süresinde internetten baktığımız yüzlerce ev ve siteden Eren’in seçip ısrar ettiği Çeşmealtı‘ndaki Serenity 11’a taşınmamız gibi. İyi ki başka yer olmamış. Komşularımız, ortamımız Allah ağzımızın tadını bozmasın gerçekten şahane. Yaşadığımız yer 11 haneli butik bir site. İstanbul, Almanya, İzmir, Konya farklı farklı yerlerden gelen aileler var sitede. 3 ay gibi kısa sürede öyle bir uyum yakaladık ki, sanki yıllardır tanışıp bir arada yaşıyormuş gibiyiz. Okey, film izleme, yürüyüş geceleri, doğum günü bayram kutlamaları dışında her gece birimiz birimizin verandasında nedenli nedensiz birlikte olmaktan keyif aldığımız için bir araya geliyoruz. Kocaman bir aile olduk, Tunahan Eren’e abi, Ecem Seçil ve Dilara abla oldu. Nereye gidiyor, kimlerle çıkıyor dışarıya ne gözümüz ne aklımız kalıyor. Gittikleri yer de belli yanındakiler de. İstanbul’da nerede bu lüks. Sürekli kontrol, sürekli tedirginlik.

Sıdıka Ablamızın efsane kısırı, yemeye doyamadığımız turşuları, yan komşum Belgin Abla’nın anne poğaçası kim ne pişiriyorsa diğerlerine de düşüyor. Hayat paylaşınca güzel ve ben onlarla paylaştığım için hem mutlu hem de şanslıyım. Bana verdiklerim isim bile var: İstanbullu Gelin. 3 yıl boyunca iletişimini büyük bir zevkle yaptığım bende çok özel bir yeri olan dizimin adıyla çağrılacağım aklıma gelmezdi. Zaten hayat dediğin aklımıza gelenler değil belki de hiç gelmeyenler… Eren de inanılmaz mutlu. İstanbul’a giderken her seferinde "Sen gel" diyoruz "Ne işim var orada" deyip bize katılmıyor. Türkiye’nin en iyi sörf kulübü olan EMR’de Emirşah hocası ile bugüne kadar görmediği teknikte müthiş antrenmanlara çıkıyor. Okul arkadaşları zaten kulübünden takım arkadaşları.

Tüm bunları okuyup emeklilik hayatı yaşıyoruz sanmayın, her sabah Eren’i online derslere başlatıp bilgisayar başına geçiyorum. Barış’ta öyle... Yazmaya yeni projeler üretmeye Urla’dan devam ediyor. Hatta evden çalışmak işe gidip gelmekten daha yorucu 7/24 açık dükkan gibisin. Mail, WhatsApp trafiği bitmek bilmiyor. Ama en azından ayağımız toprağa değiyor, iki toplantı arası denizde kulaç atıp zamanı daha kaliteli yönetebiliyoruz. Hayat = zaman demek değil mi zaten.

Ayrıca Urla gurme restoranlar cenneti. Odurla, Vino Locale, Fırın Vourla’da tadı damağınızda kalacak yemekler yemeniz mümkün. Fiyatlar İstanbul’u aratmıyor o ayrı. Yengeç ve Yosun rakı balıkta iddialı iken Baristocrat Cafe’de İstanbul’da bile zor bulduğum tatta kahveler içebilirsiniz. Öyle mekanlar var ki Nişantaşı mı yoksa Urla’da mısınız belli değil. Kendi şaraplarını yetiştiren, çalışan, üreten çalışan ancak göç etmiş İstanbullu arkadaş grubumuz ve burada yeni tanıştıklarımızla çok aktif bir sosyal yaşamımız var. Daha çok insanlar Urla’da evler de toplanıyor, bahçelerde mangallar, özel getirilen şeflerle yemek ve şarap tadım geceleri ne istersen var.

Evler, arsa fiyatları ve kiralar çok yüksek. Son dönemlerde İstanbulluların gösterdiği ilgi fiyatları bayağı bir yukarı fırlatmış. Bu kadar kısa sürede ne ara ve nasıl Urlalı olmuşsam; alışıp alışmadığımızı soranlara “Şu İstanbullular gitse asıl o zaman bir rahat edeceğiz.” gibi cümleler kurduğumu Barış’ın masanın altından beni ayağı ile dürtünce fark ettim. Biz başta Eren’in transferi sonra da salgın nedeniyle hayatımıza format atıp yeni yerde yeni bir başlangıç yaptık. Şimdilik her şey yolunda gidiyor. Allah herkese hayatına format atacak hem cesaret hem de imkanı versin. Ama inanın isteyince bir şekilde oluyor. Yeter ki siz ilk adımları atın.

Yorumlar (0)