19.02.2021, 10:57

Bambaşka diyarların puslu atlası

Güzel Türkçemizde “nevi şahsına münhasır” diye bir söz var. Kişiliğiyle herkesten ayrılan, kendine özgü tutum ve davranışı olan özgün kişi anlamına geliyor. Bu haftaki yazımın konusu da nevi şahsına münhasır, yeteneğiyle ters oranda mütevazı bir isim, İhsan Oktay Anar.

Kendisi ile tanışıklığım 90'lı yılların sonuna doğru, Boğaziçi Tarih’de okuyan bir arkadaşıma ödev olarak verilmesi ile gerçekleşti. Kitabı okuyup aşık olan dostumun paldır küldür çalıştığım dükkana dalarak "Mutlaka okumalısın oğlum bunu, oku dedim lan" tavsiyesi(!) ile İhsan Oktay Anar ile tanıştım. Sabah başladığım kitap öğlen bitmişti ve kendimi rahmetli Kabalcı Kitapevi’nde o ana kadar çıkmış olan ve Puslu Kıtalar Atlası ile bağlantıları olan diğer iki kitabı Kitab-ül Hiyel ve Efrasiyab’ın Hikayeleri’ni satın alırken bulmuştum.

Puslu Kıtalar Atlası’nda muhteşem dilin, anlatımın yanı sıra beni esas vuran şey kurgu idi. Birbirinden bağımsız ilerliyor gibi gözüken karakterler ve hikayeleri bir yerde öyle bir birleşiyordu ki ağzım açık kalmıştı. Sinemadan örnek vermem gerekirse; finale kadar ilmek ilmek örülüp finaldeki nihai açıklama ile sizi yerinize zımbalayan bir Guy Ritchie filmi gibiydi.

O zaman minik bir paragrafla İhsan Oktay Anar’ı tanıtarak devam edelim. 1960 yılında İstanbullu bir ailenin Yozgat’ta (babasının işi gereği) doğan evladı olarak dünyaya gelen yazar, ilk ve ortaokulu İstanbul’da okumuştur. Lise çağlarında iken aile İzmir’e taşınmış ve Anar lise hayatına Karşıyaka Erkek Lise’sinde başlamıştır. Sıklıkla okulu kırıp kütüphaneye gittiği için devamsızlıktan dolayı okulla ilişiği kesiliyor. Kendisinin bu konudaki açıklaması şöyle:

"Okuldan kaçıp kütüphaneye gidiyordum. Milli kütüphaneye gidiyordum. Okuldan kaçıyor, orada okuyordum. Maupassant, Çehov, Gogol. Bir gün eve okuldan atıldığım haberi geldi, devam etmediğim için."

Biyografik bir anlatımla sizi sıkmak istemediğim için kendisinin hayatındaki detaylar ile ilgili wiki linkini ve romanlarına dair güzel bir analiz yazısını aşağıda paylaşıyorum.

https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0hsan_Oktay_Anarhttp://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/anar-ihsan-oktay

Kitaplarında bana ve birçok okura ilginç gelen noktalardan ikisi ise şöyle. Adeta bir Alfred Hitchcock gibi bazı eserlerinde bir “cameo” ile yer alıyor, Uzun İhsan karakteri olarak. Bu lakap boşa değil çünkü sayın Anar oldukça uzun boylu -1,98 m- birisi. Bir diğer husus da bazı gerçek ve tarihi karakterleri ufak isim değişiklileri ile macerasına ortak etmesi. Mesela aklıma ilk gelen Rendekar - René Descartes (Dekart) -.

Kendisi bugüne dek 7 kitap çıkarttı. Sırasıyla; Puslu Kıtalar Atlası (1995), Kitab-ül Hiyel (1996), Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri (1998), Amat (2005), Suskunlar (2007), Yedinci Gün (2012), Galîz Kahraman (2014). Bir de Mor Köpük Dergisi’nin1989 yılındaki oyun özel sayısında yayınlanan Rabnuma isimli hikayesi vardır ki linkten ulaşabilirsiniz; https://yadi.sk/i/m0cBrwwAd5rGb

Bu kadar yetenekli hatta deha olup da inanılmaz mütevazi bir hayat sürmek ve mütevazi bir dinginliğe sahip olmak her insanın harcı değil bence. Özellikle akla hayale sığmayacak ahmaklıktaki insanların 15 dakikalık şöhretleri ile mabadlarının, başlarının ayrı oynadığı bir insan kalitesine sahip ülkede. Sayın Anar çok nadir röportaj veriyor. Ekranlara hiç çıkmıyor. Ama bu Salingervari bir tutum, karizma “kasma” değil. Gözden, şöhretten uzak kendi iç huzuru ile sakin bir hayat yaşamak tamamen kişisel tercihi.

Fakat şu şahane tesadüfü paylaşmadan geçemeyeceğim. Bir YouTube kanalı İzmir’de sokak röportajı yaparken büyük ustaya mikrofonu uzatıyor ama muhabirin karşısındakinin kim olduğu ile ilgili hiç bir fikri yok. Sayın Anar’ın da muhtemelen –dur hele bir oyun edeyim- şirinliği ve muhteşem birikimi ile cevap verdiği sırada yanındaki arkadaşının kıkırdamasına dikkatinizi çekerim.

Şahsen ben bu kadar başarılı bir yazar olsam muhtemelen bu kadar mütevazı ve dingin kalamam.

Kendisinin en büyük hayali keman çalmakmış fakat hocası "Müziğe yeteneğin yok" deyince vazgeçmiş ve felsefeye yönelmiş. 1992 tarihli bir röportajında şöyle bir açıklaması var; "Biz dünyaya mutlu olmak için geliyoruz, başarılı olmak için değil. Belki virtüöz olamazdım ama vasat ve mutlu bir kemancı olabilirdim, bu beni daha mutlu edebilirdi." Mutlu olmayı unutup, para ve başarı peşinde hayatı ıskalayanlar milyonlar arasında pırıl pırıl parlayan bir pırlanta. Hatta bir değerli söylemini daha paylaşmak isterim; “Benim asıl kimliğim yazarlık değildir. Yarın belki bütün elyazmaları, notları, kütüphanemi terk ederek ortalama bir kemancı olmaya çalışırım. Fakat kemana da bağlı kalamam. Yani bir insanın kendini yazar, öğrenci, genel müdür kimliği içine sıkıştırmasını ve bununla kıvanç duymasını anlayamıyorum. Dünya o kadar büyük ve seçenekleri o kadar fazla ki keman çalmak bize zevk veriyorsa niye yazar olarak kalalım, bu dünyaya eğlenmeye geldik.” Bununla kalmayıp Suskunlar romanında geçen "Kusur benim imzamdır. Bir ismim olduğu sürece bir kusurum da olacak ve olmalı." düsturunu da anmak gerek. Çok yaşa e mi İhsan Hocam.

Kendisi prensiplerine de sıkı sıkıya bağlı birisi. Yayınlamadığı bir romanı var ve yayınlamayacak. Şöyle bir detay var konu ile ilgili;

Sayın Anar mahremiyetinin tehlikeye girmesi sebebi ile bitmiş bir kitabını çöpe atıyor. Kitap 1700’lü yıllarda geçiyor ve Viyana Kuşatması’nı temel alıyor. Eserdeki karakterlerden biri 18’inci yüzyılda İstanbul’da çikolata imal eden bir usta. Mahremiyet olayı ise şöyle; Sayın anar bir gece bilgisayarında bir mesaj görüyor: “Uzun süredir internete girmiyorsun, girmezsen sana zarar veririm.” ve ekranda 64-63-62 diye sayılar geri saymaya başlıyor. O gece Anar, “Kitabı ele geçirmiş olabilir, artık mahremiyeti gitti” diyerek eseri siliyor. 2012 Haber Türk gazetesinde yazarın ender röportajlarından birisinden alıntıdır. (Ben de Ekşi Sözlük’ten alıntıladım)

Size de hiç oldu mu bilmiyorum bazen bir edebi eseri orijinal dilinde okuyamayacağım için çok hayıflanırım. Konu dil öğrenmek değil. Dili ne kadar iyi öğrenirseniz öğrenin ana diliniz gibi hakim olamazsınız. Deyimler, nüanslar, minik espriler, illa ki eksik bir yan kalır. O sebeple ana dilimin Türkçe olması ve İhsan Oktay Anar gibi bir dehayı kendi dilinde okumanın keyfine vardığım için milyarlarca kere şükür ediyorum.

Mutlu ve sağlıklı bir hafta dileğiyle

Yorumlar (0)