Doğru karar verme baskısı oyunculuktan aldığın keyfi baltalıyor

Cuma günü Netflix’e 8 bölümü eklenecek olan Aşk 101 dizisinin Kemal’i Kaan Urgancıoğu’yla Kara Sevda sonrası yaptıklarını, yeni hedeflerini, Miami’deki sunuculuk deneyimini ve Aşk 101’i konuştuk.

DİZİ 19.04.2020, 17:32 24.04.2020, 09:58

Kaan Urgancıoğlu, son olarak rol aldığı Kara Sevda dizisiyle öyle bir karaktere imza attı ki, Türk televizyon tarihinin en unutulmaz karakterleri arasına adını kocaman harflerle yazdırdı. Uzun yıllar silinmesi de zor olacak. Kaan, Emir Kozcuoğlu karakteriyle bir oyuncunun eline onu çözümlemeye çalışacağı, incelikli bir rol geldiğinde maharetini nasıl da ortaya koyduğunu kanıtladı. Dizi üç yıl önce final yaptı ve Kaan da rotasını Los Angeles’a çevirdi. Türkiye’ye döndüğünde okuması gereken onlarca proje vardı. Fakat Emir’i oynadıktan sonra rol seçmek hiç kolay değildi, zira aynı özende bir karakter bulmak ne yazık ki zordu. İnce eledi, sık dokudu. Geçen yıl Ay Yapım'ın Netflix için çekeceği gençlik dizisi Aşk 101’de rol larak dizi projelerine bir yenisini daha ekledi. Şahsen ben Kaan’ı izlemeyi özlemiştim. Cuma günü Netflix’e 8 bölümü yüklenecek olan dizide Kaan karşımıza Kemal öğretmen olarak çıkıyor ama asla sıradan bir öğretmen değil! Hikayeye dahil olur olmaz tüm dengeyi değiştiriyor. Nerden mi biliyorum? Ben 8 bölüm izleme şansına sahiptim. Dizi beni lise yıllarıma götürdü. Kaan’la yıllar sonra bu bahaneyle yüz yüze bir röportaj yapmaya niyetlendik ama araya koronavirüs girince kameraların ardından da olsa bu röportajı yaptık. Bu röportajın hikayesi... Ama bizim de bir hikayemiz var. Kaan’la 2012 yılında hazırlayıp sunduğum Yerli Dizi programına konuk olduğunda tanıştık. İkimizde hazır cevap, duvarları olan ve samimiyetsizliğe tahammülü olmayan insanlardık. Hayatımın en zor kararını vermek zorunda olduğum bir güne denk gelmişti program çekimi ve ben çaktırmamak için etrafıma duvarlar örüp duruyordum. Kaan Urgancığlu bu, tabii ki bomboş çabamı gördü. Ve bana “Kendin ol” diye bağırdı. Ona gizlemeye çalıştığım beni gördüğü için kızarak baktım. O ana kadar bakmadığım için görmemiştim, meğer bizim kalbimiz başka bir dilde konuşuyormuş. O günden sonra da ben Kaan’ın yanında hep kendim oldum. Başıma ne gelirse gelsin biliyorum ki, Kaan’a anlatabilirim ve o da lafı hiç eğip bükmeden olasılıkları sıralar. Çünkü samimiyetin gerçek olmaktan geçtiğini biliyor. Biz biliriz ki, hayatta birbirini bulan arkadaş olmak kıymetli bir şey. İyi ki en güzel anlarımda, en acılı anlarımda, en korktuğum anlarımda yanımdasın Kaan.

Bu söyleşiye geçmişe giderek başlamayı tercih ediyorum. Çünkü yaklaşık üç yıl önce Kara Sevda dizisi final yaptı ve sen zaaflarıyla, ince zekasıyla, korkularıyla, sevgisizliğiyle ilmek ilmek işlediğin Emir Kozcuoğlu’na veda ettin, haliyle biz de istemeye istemeye ‘hoşçakal’ demek zorunda kaldık... Sonra rotanı Amerika’ya çevirdin. O süreci merak ediyorum. Neden Amerika’ya gittin ve orada neler oldu?

Kara Sevda bittiğinde hepimiz çok yorulmuştuk. Bir de güzel bir şey yapmanın küçük bir tamamlanmışlık hissi vardı. Kendimi yenileyebileceğim, kendime bir şeyler katabileceğim bir süreç yaşamak istedim. Los Angeles’ı da çok merak ediyordum. “Oradaki sistemde işler nasıl yürüyor, ‘audition’lara girebilir miyim?” gibi sorular kafamda dönmeye başladı. Sonunda cevapları almak için Zeynep’le birlikte Los Angeles’a gittik. Jack Ryan (Amozon Prime’da yayında.) dizisinde çok ufak bir rolde oynamıştım. Dizinin yaratıcısı Carlton Cuse’la oraya gittiğimizde görüştük. 3-4 tane cast direktörüyle buluşmamı sağladı ve sonrasında Los Angeles'ta bir menajerle anlaştım. Orada audition sezonunun ocak ayında başladığını öğrendik. Erken gittiğimizi ve daha vaktimiz olduğunu fark edince hemen Zeynep’le (Oymak) Peru’ya gittik. Amazon Ormanları’nda çok küçük bir aile ile zaman geçirme şansımız oldu. O dönem benim için spiritüel bir açılım oldu. Aslında yolculuğun hiç hesapta olmayan yanı Peru’ydu ama ben de en çok orası kaldı. Hayatımda başka bir yere doğru yeni şeylerin açıldığını hissedebiliyordum. Sonrasında da ocak ayında üç tane auditiona katılma şansı buldum.

Bu süreç herkesi derinleştirdi

Şimdi araya girmek zorundayım. 2018 yılının şubat ayında ben de sizin yanınıza Los Angeles’a gelmiştim. Girdiğin audition'ların bir tanesinde yanındaydım. Seni uzun yıllardır Türkiye’de izliyorum, oyunculuğunu beğeniyorum ama senin bambaşka bir halini deneyimlemiş oldum. Döndüğümde heyecanla gördüğüm herkese “Biliyor musun Kaan inanılmaz bir yetenek” diye anlatırken bulmuştum kendimi. LA’de bizim aynı kısır döngü içinde döndüğümüzü ve oyuncularımıza çok fazla seçenek sunmadığımızı, skalayı genişletemediğimizi  hissetmiştim. Senin için de zor mu? Çok mu benzer şeylerin üzerinden gidiyoruz?

Bir oyuncunun yeteneğini gösterebileceği, bir şeyler keşfedebileceği, prototip dışında roller çok az çıkıyor. Ama ben hala ümitliyim. 

Şu anda karantinadayız, hatta sokağa çıkma yasaklarımız oluyor. Bu süreçte herkes kendi içine de döndü...

Evet, herkes içine döndü. Bir şeyleri anlatmak zorlaştı ve o iç dünyaları yansıtmak için yaratıcılar da daha çok kağıda kaleme başvuracaktır. Ben bu süreçten ümitliyim aslında. Herkesin derinleşmek için vakti olacağını ve güzel karakterlerle buluşmak için bu dönemin bir şansa dönüşebileceğini düşünüyorum. 

Hiçbir şeye sahip olmasaydık nasıl var olabilirdik?

Oyuncu kendine dert ettiği meseleleri ona teklif edilen bir projede görmek ister mi?

İster.

Peki, sen neyi kendine dert ediyorsun Kaan?

Şu an dert ettiğim şey üzerine üç kişi çalışıyoruz. Spoiler vermeden dert ettiğim şey kısmını anlatabilirim. Yaşadığımız modern zamanda kendimizi sahip olduğumuz şeylerle tanımlıyoruz ve ‘ben’ diyoruz. Ben demeyi öğrendiğimiz gün istek de geliyor. İki yaşında başlıyor bu süreç. ‘Ben şunu istiyorum’ demeye başladığımız zaman bir şahsiyet oluşturuyoruz. Eğer bir şeye sahip olmamak söz konusu olsaydı geriye ne kalırdı, ne olurduk, nasıl var olabilirdik? Şu anda bunun üzerine kafa yoruyorum.

Değişen ve gelişen dünyada artık kolektif bir çalışma biçimi kendini göstermeye başladı. Oyuncunun yaratıcı tarafa geçtiği zamanlara da daha çok şahit oluyoruz. Türkiye’de de yavaş yavaş bunun adımlarını görmeye başlamıştık. Sen de böyle bir girişimdesin. Bu süreçten sonra seni de bir projenin yaratıcısı ya da yürütücü yapımcısı olduğun işlerin içinde görebilir miyiz?

Bunu çok uzun zamandır istiyorum. Hatta beş yıl önce böyle bir serüvenin içine girmiştim ve çok beğenilen bir proje olmasına rağmen doğru platformla buluşamamıştık. Henüz bir sonuca varmadık ama görüşmelerin devam ettiğinin bilgisini verebilirim. Fakat beni şu anda en çok heyecanlandıran ve gerçekleşme ihtimali yüksek olan başka bir proje için kafa yorduğum bir dönemdeyim. Şu an deneyimlediğimiz süreçten istifade etmek ve kendi adıma daha iyi anlayabilmek için yeniden senaryo yazmaya odaklandım.

Şahane haber...

Kendi yaşadığım bir süreci kurgulayarak yazıyorum. Burada ilk amacım öğrenmek. Bu senaryo kenarda durabilir, zenginleşebilir ya da çekilebilir. Henüz bir plan yapmış değilim. Ama senaristleri anlamak, bir dünya kurmanın nasıl bir şey olduğunu daha iyi idrak etmek için böyle bir süreci deneyimlemenin faydası olacağını hissedebiliyorum. 

Üzerimde başarılı olma baskısı vardı

Harika bir şeye başlamışsın, heyecanla bekliyorum senaryonu okumayı... Gelelim Aşk 101’e.. Dizinin 8 bölümünü izleme şansım oldu. Bitirdiğimde senin oynadığın karakterle ilgili ilk duygum şaşkınlık oldu. Çünkü hikayeye bir ‘bad boy’ olarak katıldın. Okula gelecek ve her yer toz duman olacak diye düşünürken hikayenin iyi kahramanına dönüştün. Bu aslında 8 bölümün tamamında var olan bir şey. Senarist her karakter üzerinden sosyal dışlanma örnekleri sunmasıyla sanki ön yargılarınızı kırın mesajını vermek istemiş bize. Senin bu projeyi seçmenin altında yatan sebep bu mesaj mıydı?

Benim biraz proje seçimlerim de  önyargıları kendi açımdan kırmak üzerine. Benden beklenmeyen bir proje seçtiğimi düşünüyorum. İlk senaryoyu okuduğumda yönetmen Ahmet Katıksız’la görüştük, Kerem Çatay’la buluştuk. Ben bu projeyi izleyeceğimi düşündüm. Çünkü kolay izlenebilir bir yapısı olan derinlikli karakterlerin olduğu bir proje oldu. Aynı zamanda insanların kişisel dertlerini izleyebileceğimiz, benim bu süreçte tercih ettiğim bazı şeylere paralellikler gösteren ama bir yandan da çok özgün bir yerde durduğunu düşündüğüm keyifli bir iş çıktığını düşünüyorum. Kaldı ki, aynı dönemde ben de lise öğrencisiydim. Kemal’e gelecek olursak, ilk bölümlerde pek renk vermiyor. Konuşmadığı için nasıl düşündüğünü de bilemiyoruz. Evet, okula gelmiş ve durumundan mutsuz. Ama ne düşünüyor bilemiyoruz. Diyalog kurmadığı için Kemal'i önce keşfetmem gerekti. Bu da keyifli bir arayış oldu benim için. Oyuncu olarak bir rolü eline aldığında “Ne istiyor?” diye bakıyorsun. Kemal aslında bir şey istemiyor. Depresyon, biraz da bir şey istememe halidir. O anlamda bir “challenge” yarattı diyebilirim. Özetle; Aşk 101 özelinde çok keyifli bir set deneyimlemiş oldum. Gençlerle çalışmak muhteşemdi.

Gençler diyor musun onlara?

Bana ‘abi’ diyorlar. Bir yerde demeyin diyeceğim, onu da diyemiyorum. Pınar dahil hepsi çok gençler ve çok başarılılar. O kadar güzel bir dengede, hem işten keyif alıp, hem de profesyonelliklerini bırakmıyorlar ki... O kadar zor bir şey ki oradan yürüyebilmek. Hepsini çok takdir ettim. Açıkçası unuttuğum bazı şeyleri hatırlattılar bana.

Neyi hatırlattılar sana?

Bir baskı vardı üzerimde Kara Sevda'dan sonra, başarılı olmak üzerine... Biraz işe dönmüştü bu süreç. Doğru karar vermem lazım, iyi oynamam lazım ve bu baskının aslında altta aldığım o zevki, keyfi baltaladığını fark ettim. Küçük bir kaza yaşadım o süreçte. Bundan çok detaylı bahsetmeyeceğim ama o sürecin getirdiği öğreti de hayattan keyif almak oldu. Aslında daha da derinin de bunu hak ettiğimizi düşünmemiz yatıyor. Hayattan keyif almamamızın sebebi aslında, kendimizi ona değer görmememiz. Öyle bir yüzleşme yaşadım.

Aşk düşünmeme hali

 Filmlerde, dizilerde hatta Aşk 101'de de görüyoruz, aşk bir ortama girdiğinde çok hızlı değişimler ve dönüşümler başlıyor. Aşk gerçekten insanı bu kadar hızlı değiştirebilir mi?

Değiştirdiği için aşk diyoruz zaten. Bir de aşk düşünmeme hali gibi geliyor bana. Hep aşkı anlatmaya, anlamaya çalışıyoruz. Aşk bir hal. Bizi düşündürtemeyen bir yerde oluyor. Orada bir kısa devre yapıyor. Planlamanın dışında gelişiyor. Kemal için büyük bir ihtiyaç. Böyle bir aşka çok ihtiyacı var. Çok yalnız, arkadaşı yok, ailesi yanında değil. Aşk ona tünelin sonundaki ışık gibi geliyor.

O ışığı bulduğun anda da zaman yok oluyor. Aşk 101 dizisi 90’larda geçiyor. Peki, senin 90’ların nasıldı?

90'larda ortaokul ve lise süreci geçirdim. Okul konusunda şanslıydım gerçekten. Şu an lise grubumuzda 150 kişi var ve hala görüşüyoruz. Bizde aynen dizide olduğu gibi küçük gruplardık aslında. Birbiriyle çok iyi geçinen, biri isyana kalkıştığı zaman bütün sınıfın arkasında durduğu... 81’lilerin biraz çılgın olduğunu düşünüyorum. Sen de 81’liydin değil mi?

Evet ve cesareti de pas geçmeyelim. Ben de kendimi o yıllarda buldum ve yaptığım çılgınlıkları düşündüm.

Bizler de aykırı şeyler yapıyorduk. Ama öğretmenlere de sempatik gelen bir tarafımız olduğu için olaylar çok rayından çıkmıyordu. Hala görüştüğüm bir sürü öğretmenim var. O dönemler hepimiz çok spor yapıyorduk. Ya voleybol takımındaydık, ya futbol... 1996’ya kadar ata biniyordum. Hatta profesyonel düzeyde engel atlama sporuyla uğraşıyordum. 

Umarım ikinci sezon olur

Aşk 101’in ikinci sezonu olacak mı?

Şu anda bir bilgimiz yok. Netflix bir gelişme olursa açıklayacaktır. 

İlk sezon finalinden sonra merak ettiğim karakterler ve olaylar var, devam etse izlerim.

Tüm karakterler o kadar renkli ki, ben de devamını izlemek isterim. Bu arada herkes çok güzel oynamış. Kubilay, Selahattin, Mert, İpek, Alina, Pınar’a bayıldım. Müfit Kayacan gibi bir ustayla aynı projede olmak bambaşka bir keyifti diyebilirim. Birlikte çalışmaktan çok keyif aldığım bir kadro ve ekibin içindeyim. Umarım ikinci sezon olur.

Stadyumda İspanyolca sundum

İki ay önce Instagram hesabından bir paylaşım yaptın. Sen Univison kanalındasın ve Latin hayranların var karşısında... Sen İspanyolca konuşuyorsun ve onlar çıldırıyor. Miami’de geçen süreci anlatabilir misin?

Oya ben tam bir Boğa burcuyum. Ne demek Boğa burcu? Benim anladığım anlamıyla oturmayı çok seviyor. Ama koşmaya başladığında da sporcu oluyor. Ve orada da kendi gücümün yettiği kadarıyla koşuyorum. Yine böyle bir süreçte, uzun süre kalkıp koşmayacağımı düşündüğüm ve evde olduğum bir dönemde Miami’de İspanyol içerikli programlar üreten Univision kanalından bir davet aldım. Şu anda orada Kara Sevda yayınlanıyor ve çok iyi reytingler alıyor. O kanalda benim Türkiye’de ilk oynadığım dizilerden birinin yapımcısı program yapıyormuş. Araya onun girmesiyle durum hızlandı. Latin popülasyonunun yüksek olduğu bir bölgede bir dans yarışmasına davet aldım. ‘Gelirim’ dedim, ‘dans’ dediler. ‘Yok’ dedim.

Niye sen çok güzel dans edersin?

Ben kendi içimde keyif aldığım için dans ederim. Bana şöyle tut, dön derlerse o keyif olmuyor. Neyse ‘o zaman konuk olarak gelin’ dediler. ‘Tamam’ dedim. O tarihte çok önemli bir müzik ödül töreni varmış, Premio Lo Nuestro... Onu ‘İspanyolca sunar mısın?’ dediler. ‘Sunarım’ dedim. Bu inanılmaz bir tecrübeydi benim için... Çünkü sahnede kalabalığa konuşmaktan gerilen biriyim, ilkokulda başıma gelmiş bir olaydan dolayı... Orada Miami Heat Stadyumu’nda seyircinin önünde olmak ve İspanyolca sunmaktan inanılmaz keyif aldım.

Ne kadar fazla Latin fanın varmış. Paylaştıklarınıza baktığımda inanamadım.

İnanılmaz yüksek yaşayan, coşkulu insanlar ve çok sıcakkanlılar. Aile yapılarımız da çok benziyor aslında. Oraya gitmek bana nasip oldu. Kara Sevda olarak çok büyük bir işe imza atmışız. Çok şey başarmışız, onu görmüş oldum. Dans yarışmasında insanlar dışarıda kalmış. Bu tamamen bir ekip başarısı.

Anneannem bizim ailenin dizi doktoru

Hayatını değiştiren en önem verdiğin iki kadın kim Kaan?

Annem ve anneannem geliyor başta. Anneannem bu sektörde yaptığım iş ile ilgili en çok bilgi aldığım insan. Gün içerisinde bana sektör içerisinde olmuş her şeyi anlatıyor. Bizim aile içerisindeki dizi doktoru da o, sen çok iyi biliyorsun zaten. Hangi dizi başlamış, hangi dizi bitmiş, müzikleri kim yapıyor, yapımcısı kim biliyor. Bana gelen senaryoları ona göndermeye başladım. Sonuna kadar okuyup bütün fikirlerini söylüyor. İnanılmaz bir karakter. Söylediği şeyleri de çok önemsiyorum.

Şahane bir anneanne Ülkü Hanım, tecrübesinden herkes faydalanmalı. Okuyacağını da adım kadar iyi biliyorum ve Ülkü Hanım'a sevgilerimi gönderiyorum... Diğer kadın peki?

Diğer kadın annem. Onun da fikirleri bir o kadar önemli tabii. Mesela anneme Aşk 101’i izlettim. Bir daha izlemek için bekliyor şu an. Benim en başta hayal ettiğim şey tam da buydu. Her yaş grubuna hitap edebilecek bir iş olmasıydı. Umuyorum herkes beğenir ve kendinden bir şey bulabilir.

                                                                                                            

Yorumlar (2)
Ülkü 4 yıl önce
Bir röpörtaj bu kadar mı güzel ve kaliteli olur seni çok tebrik ediyorum oyacağım illa beni de işin içine sokarsın çok teşekkürler sana çok sevdiğimi biliyorsun
Amal_Kaan 4 yıl önce
Çok teşekkür ederim Canim oya, ilginç bir röportaj...Kemal ve KaanUrgancioglu hakkında çok şey öğrendik, onu çok seviyoruz, harikasın