Polisiye türünü neden seviyorum?

DİZİ 19.06.2020, 00:16 19.06.2020, 16:46
Polisiye türünü neden seviyorum?

Dizi doktoru sitesinde yazacağımız haberi geldiğinde herkes benden polisiye/suç türüyle alakalı bir yazı yazmamı bekledi, ben de öyle yapıyorum. Yazmayı, okumayı, izlemeyi en sevdiğim tür olan polisiye/suça olan bu ilgimin kökenini düşündüğümde kendimi kardeşimle, anne babamın odasında yerde oturmuş, eski tüplü televizyonumuzda en sevdiğimiz Scooby Doo bölümlerini tekrar tekrar izlerken buluyorum. Yirmi dakika içinde kötülerin yakalanıp maskenin çıkarıldığı, kostümlerin altındaki gerçek canavarların -insanların- ortaya çıkarıldığı bu dizi o zamanlar benim için yeterliydi. Bu basit formül o zamanlar beni eğlendirebiliyor, şaşırtabiliyordu ama büyüdükçe daha fazlasını aramaya başladım.

Nasıl bir polisiye istiyorum?

Dizi veya filmin sonunda kimin hırsız veya katil çıktığı, yakalanıp yakalanmamış olması benim umurumda değil, doğruyu söylemek gerekirse. İzlemeyi çok sevdiğim “Zodiac (2007)” filminin sonunda bize bir “suçlu” veriyor olmalarına rağmen onun tutuklanmasını görmüyoruz ama bu film boyunca karakterleri takip etme isteğimi azaltmıyor. Benim için film boyunca sonuca ulaşmak için gittikleri yolu izlemek, finalde ne olacağını görmek için izlemekten çok daha önemli.

Olayların bana filmi veya diziyi izleyerek anlamayacakmışım gibi anlatıldığı, her detayın ben onları görmüyormuşum gibi gözüme sokulduğu diziler/filmler, ilgimi çekmektense sinirimi bozuyor. Bir şey izlerken olayı karakterle beraber çözebilmek istiyorum, karakterlerin bana nasıl çözdüklerini anlatmalarını değil. Çoktan bitmiş bir yapboza dışarıdan bakmak dışında yapabileceğiniz bir şey yoktur. İzleyiciyi ekranın dışında bırakan bir polisiyenin de benim için çerçevelenmiş bir yapbozdan farkı yoktur.

Bir polisiye izlerken olayların nasıl çözüleceği hakkında teoriler üretmek bu türü izlemenin/okumanın en sevdiğim kısmı. Karakterlerden önce olayı çözebilme olasılığı beni ekrana kilitliyor, sadece bir dizi veya film izlemekten daha fazlasını yaptırıyor. Bir filmin veya dizinin sonunda neler olacağını verilen ipuçlarıyla çözmeye çalışmak beni olayın içindeymiş gibi hissettiriyor. Neler olacağını hikaye yapısını ve klişeleri bildiğim için değil, gerçekten elimdeki bilgilerle çözebilmek benim için en önemli şey. Tabii ki bu sonda şaşırtılmak istemediğim anlamına gelmiyor. Es geçtiğim bir detay yüzünden yanlış yere yönelmiş olmak ve finalde gerçeği öğrendiğimde gözümün önündeki şeyi kaçırmış olmak beni mutlu ediyor.

Karakterleri iyi polis/kötü polisten daha fazlası olan ve gerçek hedefleri olan bir polisiye benim için çok daha değerli. Etraflarında yaşanan olayların karakterlerin üzerindeki etkisini izlemek en az olayın kendisi kadar ilgi çekici. Tanık olduğu olaylardan hiç etkilenmeyen, hayattaki tek amacı bir davayı çözmek olan karakterler insanlarmış gibi hissettirmiyorlar. Bizim yaşadığımız -kurgu olmayan- dünyanın her köşesinde kötülük varken, her gün ele alınan olaylar gerçekten yaşanırken karakterlerin bunlara tepkisiz kalması imkansız. Onları izlerken “Katil kim?” sorusunun dışında sorular gelmeli aklımıza, “Devam edebilecek mi?/Gerçeği öğrendiğinde bunu nasıl karşılayacak?/Bu olayların etkisi nasıl olacak?/Bundan sonra hayatına nasıl devam edecek?/Bir insan bunlara tanıklık ettikten sonra nasıl normale döner?”

Polisiye türü seyirciye ne kazandırır?

Çoğu zaman pasif olan okuma ve izleme eylemlerini aktif hale getirir. İzleyici/okuyucuyu önlerindeki hikaye hakkında düşünmeye iter, bu da hikayeyi bir kitabın sayfalarından ya da televizyon ekranından gerçek dünyaya aktarır. İzleyiciyi detaylara dikkat etmeye, önüne gelen her şeyi sorgulamaya ve değerlendirmeye iter. “Ne?” sorusunun yanında “Neden?” sorusunu sordurur. Bazen “kötü”lerin gözünden bakmamızı sağlar, gerçek kötünün kim olduğunu sorgulamamızı… Filmi veya kitabı bitirdikten sonra geri dönüp kaçırdığım, gözümün önünde apaçık duran şeyleri toplamak, hatalarımdan öğrenmek gibidir.

Genç izleyicinin ilgisini çekecek polisiye nasıl olur?

Arkadaşlarımla konuştuğumda çoğunun romantik komedileri tercih ettiğini görüyorum. Benim için uzun bakışmalar ve doğrular söylenirse her şeyin mükemmel olacağı bir şeyi izlemek yorucu ama yine de bunları izliyorum. Neden peki? Çünkü kafamızı boşaltıp birinin yere düşmesine gülmek, o yapbozu dışarıdan izlemek çok daha kolay. Peki, polisiye bizi güldüremez mi? Elbette güldürebilir. Polisiye çatık kaşlı dedektiflerden, karanlık sahnelerden oluşmuyor. Benim yayınlandığı tarihte en sevdiğim dizi “Galip Derviş”ti. O zaman sekiz veya dokuz yaşındaydım ve ne zaman yayınlansa ekranın başında beni bulabilirdiniz. Yakın zamanda izlediğim “Cinayet Süsü (2019)” filmi bana komediyle karışık polisiyeyi ne kadar sevdiğimi hatırlattı; odada, yerde oturmuş, kardeşiyle kahkaha atan çocuğun ne kadar eğlendiğini... Zaten bu türe olan sevgim oradan başlamamış mıydı? Belki daha çok böyle yapım olsa çok daha fazla kişi bu türe ısınır.

Benim gibi gizemli dünyalara atılıp, canavarların maskelerini çıkarmayı sevenlere birkaç öneri:

  • The Mentalist
  • Gölge ve Kan (Stalking Jack the Ripper) – Kerri Maniscalco
  • Sherlock, Lüpen ve Ben
  • Şahsiyet
  • Line of Duty
  • Bones
  • Zindan Adası (Shutter Island) (2010)

Yazar hakkında: Ben Dilay Kuyucak. 2005 yılında İstanbul’da doğdum. İlkokulu Özel Marmara Koleji’nde okudum. Özel Fen Bilimleri Okulları’nda ilköğretimimi tamamladım. 2019 LGS sınavında tam puan yaparak 565 Türkiye birincisinden biri oldum. Şu anda Galatasaray Lisesi’nde hazırlık sınıfı öğrencisiyim. Yaklaşık on yıl profesyonel olarak yüzme sporu ile uğraştım ve 2017 yılında XII. Nemo Cup’ta ülkemi milli takımla Makedonya’da temsil ettim. Yeni diller öğrenmek, kültürler tanımak ve seyahat etmek en sevdiğim şeylerdir. Bir sezon Erbulak Evi Oyunculuk ve Yazarlık Okulu’nda eğitmen Özden İnal’dan temel yazarlık eğitimi alarak, Dağhan Külegeç Yayınları’nın kolektif öykü kitabı “Affet Beni”ye polisiye türde bir hikâyem ile dâhil oldum. Önümüzdeki sezon ileri yazarlık eğitimime devam ederek ileride bireysel kitabım ile okurla buluşmayı hedefliyorum.

Yorumlar (0)