Sanal zorbalığa karşı çağrıya ilk cevap

YAŞAM 12.06.2020, 10:32 13.06.2020, 11:48
Sanal zorbalığa karşı çağrıya ilk cevap

Sanal zorbalığa ve sosyal medyadaki şiddet ya da linçe karşı farkındalığı artırmak ve çözüm arayışını başlatmak adına bir önceki yazımda dile getirdiğim “birlik çağrısı” inanılmaz bir etkiyle karşılığını buldu. Hemen her kesimden birçok insanın bu durumdan mustarip olduğunu biliyordum; ancak bu kadar elzem bir noktada oluşunu ben de özellikle farklı meslek gruplarından işinin ehli insanlarla kendi alanlarından bakış açılarıyla konuşmaya başladığımda daha bir idrak ettim.

O kadar derin ve her kanattan önem teşkil eden bir konu ki, psikologlar, sosyologlar, iletişimciler, avukatlar, ünlü – ünsüz bu şiddete maruz kalan insanlar, ebeveynler, çocuklar… Tam içinde kaybolmuşken önce bir yol haritası çıkarmak gerektiği konusunda netleştim. İşin sosyolojik, toplumsal, hukuki boyutları da çok önemli tabii; ama çağrı sonrası gelen ve Dizi Doktoru’nda yayınlanan yazılardan birinde Kore’de sosyal medyadaki linç yüzünden intihar eden iki genç ünlü gibi örnekleri de görünce farklı bilim dalları ile yaklaşılabilecek konunun önceliğinin “psikoloji” olması gerektiği gerçeği ortaya çıktı.

Bu noktada farklı klinik alanlarda uzman psikologlarla görüşmelere başladık. Süreç içerisinde onlardan gelen görüşlerle de konuyu farklı alanlardan ele alacağız. Ancak başlangıç noktası olarak öncelikle “dijital çağ”a doğmuş bir erkek ve bir kız çocuğu babası olması, eğitimci kimliğiyle üniversitede gençlerle sürekli iletişimde bulunması ve konuya psikoloji ve sosyal psikoloji alanlarında yaklaşım sağlayabilmesi bakımından Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı ve Psikoloji Bölümü Başkanı Sosyal Psikolog Prof. Dr. Doğan Kökdemir ile başlamak doğru bir ilk adım olacaktı.

Öncelikle çok teşekkür ediyoruz; bu konudaki çağrımıza ilk cevap veren ve konunun birey ve toplum olarak düşündüğümüzden de daha önemli bir noktada olduğunu bize fark ettiren uzman kişilerdensiniz. Öncelikle mesleki olarak görüşünüz çok önemli, ama özellikle dijital çağda bir baba ve üniversitede gençlerle iletişimde olan ve onları eğiten bir hoca olarak bu konuyu önemli hissettiren ilk dürtü hangisiydi hocam? Size “Bu konu konuşulmalı ve çözülmeli” dedirten ilk adımı hangi kimliğiniz attırdı?

D.K.: Türkiye’de kişisel bilgisayarların evlere girmeye başladığı, efsanevi Commodore 64 ile tanıştığım günden beri bilgisayar kullanıyorum. Bizim kuşağımız sadece bilgisayarı evde ilk kullanan kuşak olmadı, aynı zamanda internetle de ilk defa üniversite çağında karşılaştığımızda artık dünyanın aynı dünya olmayacağının da çabuk farkına varan bir kuşak oldu. Bilgisayarlar ama özellikle internet hayatımıza girmeye başladığı andan itibaren de olası zararları da konuşmaya başlamıştık. Sanal zorbalık gibi bir kavramın bu kadar önemli olacağını o zamanlar bilmiyorduk tabii ki. Sadece, internetle birlikte hayatımıza giren “chat” programlarında kullanıcıların zaman zaman birbirilerine hakaret ettikleri, tehdit ettikleri ve hatta bazen sözlü tacizde bulunarak karşı tarafı rahatsız ettiğini görmeye başladık. Ancak yine de 2000’li yılların başlarına kadar bu tür olumsuz olaylar hem frekansı hem de şiddeti açısından ciddi bir tehlikeymiş gibi görünmüyordu. Sanırım özellikle sosyal medyanın ortaya çıkışı, Facebook, Twitter, Instagram gibi uygulamaların yaygınlaşması sanal zorbalık gibi bir davranış şeklini rahat yapılabilir bir hale getirdi.



“Bu konu konuşulmalı ve çözülmeli” cümlesini kurmak için bu uygulamaların kötüye kullanımı beklememize gerek olmadı. Çünkü onların öncesinde, bilgisayar oyunlarında, özellikle çoklu kullanıcıların olduğu oyunlarda, çocukların ve gençlerin kendilerini korumak için neler yapmaları gerektiğini anlatmak gerekiyordu, dilimiz döndüğünce anlattık da. Örneğin, oğlum (şu anda 20 yaşında) uzun bir süre World of Warcraft oynadı ve ilk öğrendiği şey oyun sırasında kendisiyle ilgili özel bilgileri (cinsiyet, yaş, isim, adres vb.) diğer oyuncularla paylaşmamak ve kendisini rahatsız eden bir kullanıcı olursa da onu “sessize almak” gibi basit iki kuraldı. Bu kurallar, özellikle kimlik bilgisiyle ilgili kural, maalesef sosyal medya hesapları için çok geçerli değil. Üstelik sosyal medya hesaplarındaki saldırılar çoğu zaman bizim “linç” olarak tanımladığımız bir düzeye de erişebiliyor ve bu yüzden çocuklarımıza kendilerini koruma yollarını anlatmamamız gerekiyor. Ne kendim için ne de çocuklarım ve öğrencilerim için bilgisayardan, internetten uzak bir dünya hayal edemiyorum. Kimse edemiyordur. Bu nedenle onları korumak için bir şeyler yapmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kızım henüz 2 yaşında, tahminen okula başladığı andan itibaren bilgisayar dünyasına da girecek, yaşı ilerledikçe, o zamanın içindeki sosyal medya ya da benzeri uygulamaları da kullanıyor olacak ve kendisini “internet dünyasında” koruyabiliyor olması hem fiziksel hem de psikolojik sağlığı için çok önemli olacak.

Çocuklar binlerce kişinin hedefi haline gelebilir

Siz psikoloji açısından nasıl tanımlıyorsunuz “sanal şiddet”i ve kaynağını? Neden önemli “sanal zorbalık” ya da “sosyal medya şiddeti / linçi”nin bir çözüme ulaşması?

D.K.: Şiddet (sözlü şiddet) ve sanal şiddet arasında aslında çok büyük bir fark yok. Her ikisinde de şu veya bu nedenle karşıdaki kişiye zarar vermek isteyen birisi, karşısında da bu saldırıya açık olan bir hedef var. Ancak sanal şiddetin (maalesef) gücü kişilerin kendi kimliklerini saklayabiliyor olmasında. Normalde, ne kadar kızarsanız kızın karşınızdaki kişiye söyleyemeyeceğiniz cümleleri sosyal medyada çok daha sert bir şekilde ifade edebilir ve üstelik başlattığınız bu sözlü (yazılı) saldırıya başkalarını da davet ederek, linçe dönüştürebilirsiniz. Hedefteki kişi için de bu saldırının sürekli sanal bir ortamda, gerçekmiş gibi var olması, tekrar tekrar okunma olasılığı, hissedilen şiddeti doğal olarak artırıyor. Şiddeti bir kenara koysak bile sosyal medya linçinin gerçekliği bozmak gibi de bir huyu var maalesef. Örneğin, sadece bir isim benzerliği nedeniyle linçe maruz kalabilirsiniz ve gerçeği defalarca dile getirseniz bile o linç uzun bir süre devam edebilir. Çünkü linçin içine çekilen, yani linç uygulanmasına yardımcı olan insanlar için temel amaç doğruya ulaşmak ya da kendi fikrini beyan etmek değil. Sanal şiddetin kaynağı, bu şiddeti icra etmekten doğan bir haz.



Sanal dünyadaki zorbalığın bir çözüme ulaşması, en azından bu zorbalığa maruz kalma sıklığının asgari düzeye indirilebilmesi çok önemli çünkü her geçen gün hem sosyal medya kullanıcılarının sayısı artmakta, hem de kullanım yaş ortalaması düşmektedir. Henüz ergenliğin başındaki bir çocuğun okulda karşılaşacağı olası bir zorbalıkta kendisini koruyacak ya da en azından yanında duracak yetişkinler varken, sanal dünyada böyle bir koruma olasılığı çok düşük; zorbalığın kolayca linçe dönüşeceğini düşünecek olursak çocuklar bir anda yüzlerce hatta binlerce kişinin hedefi haline gelebilir.

Çocuk, genç, kadın, erkek, yaşlı fark ve ayırt etmeksizin yüksek dozda şiddet görüyoruz sanal dünyada… En çok etki hangi yaş grubunadır? Kim daha çok tehlike altında? Camı kırıp birini kurtarmak gerekse ilk kurtarılması ve korunması gereken kitle hangisi?

D.K.: Bu zor bir soru. Çünkü farklı gruplara yönelik saldırıları görmek mümkün. Ancak bir gruplandırmaya gitmeye çalışırsak özellikle toplumda azınlıkta olan gruplar (örneğin çoğunluğun inandığı dine inanmayanlar), farklı etnik kökenden olanlar ve sıklıkla gördüğümüz gibi kadınlar en çok şiddete maruz kalanlarmış gibi görünüyor. Camı kırıp birini kurtarmak zor ama o camı kırabiliyorsak içeri girip zorbalığı yapanları dışarıya almak daha iyi bir çözüm olabilir. Şiddetin en büyük zararı, şiddete maruz kalma olasılığı olan insanların kendi normal, rutin hayatlarının dışına itilmesidir. Örneğin, birileri Twitter’da bizi linç edebilir diye neden düşündüklerimizi yazmaktan çekinelim ya da neden kendimizi onlarla aynı fikirdeymişiz gibi gösterelim? Bir sınırlama gelecekse bu sınırlama kurbanlara değil saldırganlara gelmelidir.

Zaman zaman sosyal medyada popüler ya da ünlü kişilere yönelik zorbalıklara da tanık oluyoruz ve burada sanırım pek çok kişinin dikkati çeken bir cinsiyet farklılığı var. Hem kadınlar, hem erkekler zorbalığa maruz kalıyor olsa da kadınlara yönelik saldırılardaki şiddet ve tehdit çok daha fazla. Örneğin, cinsel şiddet tehdidi erkeklere yönelik olarak pek kullanılmazken, hedefteki kişi bir kadın olduğunda çoğunlukla karşılaşılan ilk saldırı türü oluyor. Şiddet yanında ciddiye alınması gereken bir saldırı tehdidini de barındırıyor. Buna ek olarak aşağılama, küçümseme, alay etme gibi saldırı türlerinin de kadınlara yönelik olarak sıklıkla kullanıldığını görebiliyoruz.

Anonimlik kaçma kolaylığı sağlıyor

Eğitimci kimliğinizle de konuya yaklaşırsak; diyelim ki bu alanda bir eğitim verilmeye başlanacak. Şayet “sanal şiddet”i suç olarak tanımlarsak, sizce psikolojik olarak hangi grup bu suça daha yatkın? Toplumsal farkındalık ve doğru örnek adım olması bakımından ilk hangisinden başlamak lazım eğitime?

D.K.: Sanal şiddet bir suç. Şiddet / düşmanca davranış kategorisine rahatlıkla koyabileceğimiz bir suç. Herhangi bir suçu sadece belirli bir gruba aitmiş gibi düşünmek ve göstermek çok doğru olmayacaktır ama yine de sanal şiddetin çoğunlukla gençler tarafından yapıldığını söylemek mümkün. Aslında bunun temel nedeni sanal şiddet örneklerin yoğun yaşandığı deneyim alanlarının (sosyal medya gibi) daha çok gençler tarafından kullanılıyor olması. Bu nedenle de frekans olarak baktığımızda sanal zorbalık yapan grubun büyük çoğunluğunu gençlerin oluşturduğunu söylemek mümkün. Bu, gerçek hayattaki zorbalık için de doğru olabilir; çünkü sanal dünyadan farklı olarak gerçek dünyada zorbalığın yaşandığı yerler çoğunlukla okullar ve orada da gençler hem zorbalığı yapan hem de kurban olan konumundalar. Karıştırıcı değişkenler ne olursa olsun, böyle bir eğitimin “etik eğitimi” olduğunu kabul edecek olursak mümkün olan en erken yaşta eğitime başlamak gerekir.

Genel kabul gören bir algı var: Sanal zorbalık yapan kişilerin düşük özsaygıya sahip, zayıf, güçsüz kişiler olduğunu düşünülüyor. Bu algıda haklılık payı olabilir ancak kimliklerin belli olmadığı sosyal medya uygulamalarının kullanıldığı bir dünyada bundan tam olarak emin olma şansımız yok. Özellikle bireysel tehdit planlarını içeren zorbalıkları ciddiye almak zorundayız, ek olarak bütün bu kötü davranışlar gerçekten “zavallı” insanlar tarafından yapılıyor olsa da kurban konumundaki kişilerin yaşayacağın duygusal sarsıntıyı değiştirmiyor.

Şiddet herhalde insanoğlu var olduğundan beri bir şekilde var ve çağa göre şekil değiştirerek ve kendine alan yaratarak devam ediyor. Habil’le Kabil’den beri insanın insana ettiği zulüm hikayelerini dinlerden bile biliyoruz, farklı boyutlarda… Ancak dijital çağa kadar “şiddet” hep iki kişi arasında fiziki aksiyon da gerektiren bir alandaydı. Şimdi ise alanı “sanal dünya”… Peki insan psikolojisinde fiziki gerçeklikte ve sanal alanlarda olması şiddetin tanımı, şekli, ölçüsünü ya da uygulayana klinik yaklaşımı değiştirir mi?

D.K.: Aslında değiştirmez. Çünkü şiddet aynı şiddet. Maruz kalan için de bu şiddet uygulayan kişi için de değişim gösteren tek şey kullanılan araç. Arkadaşınıza telefonda bağırmakla, WhatsApp üzerinden “bağırmanız” arasında çok büyük bir fark yok. Bu nedenle temel şiddet olgusu açısından çok farklı bir dünyadan bahsetmiyoruz. Ancak, şiddetin frekansında ve derecesinde bir farklılık olma ihtimalini unutmamalıyız gibi geliyor bana. Öncelikle sanal şiddet sırasında, şiddetin dozunu ayarlamak çok zor. O andan diğer kişi ile yüz yüze olmamak, en son söyleyeceğimiz şeyleri en başta söylememize neden olabilir. Aslında niyetimiz öyle olmasa da bize saldırganlığın çekici pençesine kolaylıkla düşebiliriz. Bu, araba kullanan insanların yolda yan yana geçerken bağırmalarına ya da dikiz aynasından arkadaki arabanın sürücüsüne hakaret etmeye benziyor. Kısmi ya da tam anonimlik, fiziksel temasın gerçekleşme olasılığının düşüklüğü, kaçma kolaylığı ve yaptığımız davranışla ilgili bir ceza almayacağımızın neredeyse garantisi sanal dünyadaki saldırganlığı daha rahat uygulanabilir bir saldırganlık haline getiriyor.

Zorbaları yok saymak gerekir

Sizce psikolojik açıdan hangisi daha tehlikeli: alenen şiddet uygulayan mı, yoksa maskeler, sahte isimler, klavye arkasına saklanmış örtülü saldırganlar mı?

D.K.: Kullanılan araçtan bağımsız olarak şiddet tehlikelidir. Ancak kimliğin belirsizleştiği ortamlarda saldırganlığın anonim bir hale gelmesi şiddeti artırır. Dünyanın en büyük ırkçı şiddet örgütlerinde Ku Klux Klan üyelerine başlarına taktıkları uzun beyaz kukuletaları düşünün. Şiddet eylemleri sırasında kendi yüzlerini kapatan Klan üyeleri için bu seçim sadece sembolik değildi. Onların yönlendirenlerin de çok iyi bildiği gibi her türlü maske, üniforma, makyaj, vs. kişiyi bireysellikten uzaklaştıran ve normal yaşam rutininin dışına çıkaran araçlar. Sosyal medyada zorbalık uygulayanlar her zaman bir grup olarak hareket etmiyorlar tabii ki ama anonimlik sağlamak çok daha kolay. Sanal dünyada “kendisi” olarak hatta sadece “gerçek bir birey” olarak orada bulunmayanlar şiddet gösterme konusunda kimliği açık kişilere oranla çok daha rahat olacaktır. Bu açıdan da sosyal medya saldırganları çok daha tehlikeli.

İlerleyen süreçlerde de konuyu daha geniş kapsamlı ele alacağız; ama ilk adım için alanında uzman görüşünüzle konuya dair ne önerir, ne söylemek istersiniz?

D.K.: Çocuklarımıza kendilerini nasıl koruyacaklarını öğretmemiz gerekiyor. Şiddeti bir anda engelleme şansımız yok, çok kısa bir sürede herkese eğitim verip insanların sanal dünyada da ahlâki ve etik kurallara dikkat etmelerini sağlayacak bir eğitim veremeyiz ya da çok sert yasalar çıkararak bu sorunla mücadele etme şansımız yok. Yapabileceğimiz tek şey nasıl korunabileceğini öğretmek. Çok basit bir örnek olacak belki ama şu anda önerebileceğimiz en etkin yöntem olarak örneklendirmek istiyorum: Twitter’da, örneğin, tanımadığınız birisi sizin canınızı mı sıkıyor, tek bir tuşa basarak onu engelleyebilirsiniz. Bu, ona cevap vermeye çalışmaktan çok daha etkin bir yöntemdir. Zorbaları (sanal dünyada ya da gerçek dünyada) mümkün olduğunca yok saymak, yalnız bırakmak gerekir.

Yorumlar (0)