13.05.2022, 10:27

Aslında hepimiz sanatla özgürüz bu hayatta

Ölümle yaşamı ayıran bir çizgi vardır, hepimiz biliriz o çizginin ne kadar incecik olduğunu aslında. Sanatın birleştirici, huzur verici ve bir şekilde keyifli vakit geçirmeyi hatırlatan bir tadı olduğunu da bu çizgiye yaklaştığımızda fark ederiz. Hayat distopik bir evrene dönmüşken, bir nebze olsun hayatın eğlenceli yanlarını hatırladığımız bu turu da dolu dolu hazırladım sizler için. İstanbul Uniq Hall’da izlediğim ve büyülü bir tiyatro rüyasında daldığım “Sırça” oyununu izledim. Acayip bir Aslı Enver şovu için, oyunu kaçırmamanızı dilerim. Ayrıca Şevket Çoruh’un Baba Sahne için çıkış oyunu olarak hazırladığı "Bir Baba Hamlet" oyununu, bu kez de Günay Karacaoğlu versiyonuyla takip ettim. Daha önce tiyatro oyununu izlediğim ve bu kez dizi olarak Gain’de ekrana gelen “Aslında Özgürsün” dizisinin ilk bölümünü izledim. Bu yıl 25.kez sinemaseverlerle buluşacak olan Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali hakkında detayları, basın toplantısında dinledim. Ve son olarak Erdal Beşikçioğlu’nun kurduğu Tatbikat Sahnesi’nin bu sezon yeni koyduğu oyunlardan “Acting”i de sizler için takip ettim. Takibime takılan etkinliklere şöyle bir göz atmaya ne dersiniz?

‘Sırça’larla dolu kırılgan hayatlar

Bazen en sevdiklerimizi kırmadığımızı düşündüğümüz, ama o en ufak bir kelimeye bile alınabileceklerini tahmin bile edemeyeceğimiz anlar vardır ya… Bazen o en ufak kırıklıkların bile, mesela sırçalar kırıldığında tamir olur mu bir daha? Hassasiyet, umut, bekleyiş, büyük mutluluklar, hayat kırıklıkları ve beklentiler bir naiflikler senaryosunda bir araya geliyor Sırça ile… Yönetmenliğini İbrahim Çiçek’in üstlendiği ve başrollerini İpek Bilgin, Aslı Enver, Cem Yiğit Üzümoğlu ve Güven Murat Akpınar’in paylaştığı “Sırça” oyununu izledim. İnanılmaz bir reji, muazzam dekor oyunları, acayip bir oyunculuk şovu ve yönetimle karşı karşıya kaldım.

Oyundaki abla-kardeş ve anne-oğul ilişkilerinin fırtınalarına da şahit olurken, oyunda geçen “Mesele tabuta girmek değil, mesele tabuttan çıkabilmekte” sözüyle beraber yaşanan dramatik olayla silsilesi de hissediliyor. Hayattan çok detaylar var oyunda, mesela ‘sıcak kahve mide kanseri yapar, süt koy’ diye uyarıyor bir karakter diğer bir karakteri… Sinemaya gitmeyi çok seven ve orda kendini bulduğunu hisseden Tom, ailenin ölüm üzerinden verilen olumlu-olumsuz örnekler, Amanda’nın dergi aboneliği için yaptığı telefon konuşmaları ve bir annenin damat adayı için aradığı özellikler gibi detaylar, oyuna farklı bir bakış açısı ve hayatsal bir renk katıyor. Ay ışığı konuşmalarında herkesin kendinden bir özellik beyan etmesi o kadar güzeldi ki mesela…

İpek Bilgin ve Cem Yiğit Üzümoğlu da, oyunun gizli kahramanları olarak başarıyla performanslarını sergiliyorlar. Özellikle Üzümoğlu’nun anlatıcı olarak da oyuna renk vermesi güzel olmuş. Oyun daha başlamadan sahneye giriş yapan ve seyirciyi selamlayan Aslı Enver, bugüne kadar hiç oynamadığı ve önceki rollerinden benzersiz bir karaktere hayat veriyor. Topal bir şekilde oyun boyunca bir an bile kontrolünü kaybetmeyen Enver, şahane bir tat kattığı karakteriyle adeta oyunun yıldızı oluveriyor.

Karakterinin oyun boyunca değişimli halini ve bir o kadar da duygusunu sonuna kadar yaşatan Enver ruh dinlendirirken, özellikle Laura’nın çocukluk travmasını, özgüvensiz ve fırtınalı ruh halini iliklere kadar hissettiriyor. Üçüncü kez bir projede bir araya geldiği Güven Murat Akpınar ile muhteşem bir uyum yakaladıklarını da hissedebileceğiniz oyunda ikili, masum duygulara da seyirciyi ortak etmeyi başarıyorlar. İkinci yarıda yer alan yağmur fonu, yeni doğacak bir arkadaşlık ilişkisinin sinyallerini verirken ışık efektleriyle beraber muazzam bir ahenk oluşturuyor. Sırça’yı bulduğunuz yerde izleyiniz, şiddetle tavsiyedir!

Hayatlar tükenmişse, aslında özgür olduğumuzu mu fark ederiz?

Birbirinden bambaşka iki hayata sahip iki arkadaşın kaderi, tükenmişlikte buluşursa ne olur? Peki bu tükenmişlik nereye kadar deyip, isyan bayraklarını çekmen ne kadar cesaret işi olabilir? Kalemi sağlam yazarlarımızdan Duygu Asena’nın romanından uyarlanan “Aslında Özgürsün” dizisi, Gain’de izleyiciyle buluşmaya başladı. İlk bölümünü büyük bir keyifle izlediğim dizinin benim için anlamı çok büyük. Bundan yıllar önce, “Aslında Özgürsün” ün Pelin Öztekin ve Emel Çölgeçen’li tiyatro versiyonunu izlemiş ve hayran kalmıştım.

Aslında oyunun yönetmenliğini de üstlenen Ali Kemal Güven, bu kez dizi için kolları sıvamış ve yıllar önce oyun yaptığı metni bu kez farklı bir yorumla dizi olarak izleyiciyle buluşturmaya başlamış. Tabi tiyatronun metniyle dizinin ilerleyişi bambaşka. İlk bölümde Berna ve Be Belgin’in hayatlarını tanıyor, gelecek bölümlerde yaşanacak olaylar silsilesinin heyecanını ve merakını yaşıyoruz. Evli, çocuklu ama mutlu olduğu belirsiz Belgin’i izlerken aile yaşamına sıkışmış bir kadına tanık oluyoruz. Ünlü bir yazarın lale devrinden çöküş dönemine geçişine şahit olurken, Berna’nin özel hayatında da sorunları keşfediyoruz. Berna’nın başına gelen talihsiz olay da merak olarak kafamızı kurcalıyor.

Dizide ayrıca kadın taksici ve kadın pizza teslimatçısı görmek de hoşuma gitti. Erkeklere vakfedilen bu meslekleri kadınların yapıyor olması, dizinin hikayesindeki misyon açısından da som derece güzel… Tanışma anlamında ilk bölüm, beni tatmin etti ve ilerleyen bölümleri de merak etmeye başladım. Bade İşçil’i uzun zaman sonra izlemeyi çok özlediğimizi hissettim. Ayrıca İşçil’i daha önceki rollerinden farklı bir tip rolde görmek de beni heyecanlandırdı, şahane performansıyla izleyiciyi selamlıyor. Tiyatro sahnesinde hayran kaldığım ve dizilerdeki tiplemeleriyle de mest olduğum Deniz Çakır’ı da uzun zaman sonra yeniden görmek mutluluk verici. Adeta yeni bir ‘Berna’ yaratıp izleyiciyle duygusal bağ kurmayı kuvvetle başarmış Çakır… Ceren Taşçı’yı da minik bir rolle de olsa görmek keyif verdi. Diziye adeta büyük bir renk katan ve renkli bir partiyle dizinin akışını değiştiren Nükhet Duru’yu da es geçmemeli…

Babalar gibi Hamlet, çürümüş şeylerle bir arada!

William Shaskespeare’in baş eserlerinden Hamlet, nasıl oldu da iki oyuncuyla oynanabilecek bir oyuna dönüştü? Hele hele müzikale dönüşmesi, kalaslardan oluşan dekorla bir sahne oluşturma cüretiyle nasıl doğdu? Şevket Çoruh’un kurduğu Baba Sahne’nin demirbaş oyunu haline gelen “Bir Baha Hamlet” i ikinci kez izleme şansı buldum. Büyük bir keyifle izlediğim ve Şevket Çoruh’un Murat Akkoyunlu ile rol aldığı oyundan, kahkahalarla ayrılmıştık. Bu kez Çoruh oyunun yeni versiyonunda başrolü, Günay Karacaoğlu ile paylaşıyor. İlk versiyonun üstüne daha yeni detaylar da eklenerek yoluna devam eden “Bir Baba Hamlet”in Karacoğlu ile olan versiyonunu da çok sevdim. Oyun süresince birbirlerine bolca pas atarak inanılmaz performanslar çıkaran ikili, geçmiş hayatlarından detayları da eksik etmeyerek seyirciye oyun boyunca kahkahalar attırıyorlar.

Sebastian Seidel’in kaleminden çıkan oyun, Hamlet’i oynamaya çalışan iki aktörün macera dolu sahne hikayesini konu alıyor. Muazzam dekoruyla, muazzam ışık rejisiyle ve müzikleriyle adeta görsel şölene dönüşüyor oyun. Şevket Çoruh’un kral olarak yaptığı ve hikayenin Danimarka’da geçtiğini bastırarak gerçekleştirdiği balkon konuşması, bol alkış ve kahkaha alıyor. Müzikalde oynama heveslisi karakterini canlandırırken Karacoğlu, oyun boyunca tipten tipe giriyor ve şarkı söylerken de sahnenin tozunu attırıyor adeta. Şevket Çoruh ve Günay Karacaoğlu ikilisinin sahnede buluşmasının zevkini yaşamak isteyenlere, görsel şölen yaşamak isteyenlere ve ağlayana kadar gülmek isteyenlere “Bir Baba Hamlet” tavsiyedir…

Kadınların sinemadaki mücadele simgesi Uçan Süpürge, 25.yaşında!

25. yılında Ankara’da sinemaseverlerle buluşmaya hazırlanan Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, her yıl büyük bir keyifle takip ettiğim ve çok sevdiğim bir organizasyon. 26 Mayıs – 5 Haziran tarihleri arasında tüm seçkisini sinemaseverlerle buluşturacak olan festivalin basın toplantısına katıldım. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde düzenlenen basın toplantısı, tarihle sinemayı bir araya getiren enfes bir buluşma yarattı hepimizde. Uçan Süpürge Vakfı adına ilk sözü alan Cemre Öztoprak, kadınların tarihten bu yana yaptığı çalışmalara dikkat çekmek amacıyla müzede bir araya gelindiğine ve bu nedenle festival teması olarak belirlenen ‘Kadınların Mirası’ konusuna dikkat çekti.

 Yaklaşık 105 seansın festivalde izleyiciyle bir arada olacağını belirten Öztoprak, sözü program direktörü Nil Kural’a bıraktı. Festival seçkisinde yer alan filmlerle ilgili bili veren Kural, “Kadınların mirasından güç alan ve kadınların inşa ettiği bir geleceğe uzanan yol nerelerden geçiyor?” diye sorarak, kadın sinemacıların adeta buradan cevap veren filmlerle festivalde yer aldıklarını belirtti. Kural ayrıca, 2022 Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü alan “Alcarràs” ve 2021 San Sebastian Film Festivali’den En İyi Film Ödülü ile dönen “Mavi Ay” filmlerinin de festivalde gösterileceğini söyledi. Vakıf yönetim kurulu üyelerinden Elif Topkaya Sevinç ise, festivalin ödüllerinden bahsetti.

Buna göre; Tema Ödülü “Kadın Eserleri Kütüphanesi”’ne, Onur Ödülü usta oyuncu Şerif Sezer’e, lge Olgaç Başarı Ödülleri ise oyuncu Neşe Yulaç ve Ayşenil Şamlıoğlu ile yapımcı Anna Maria Aslanoğlu’na ve Genç Cadı Ödülü ise oyuncu Nazlı Bulum’a verilecek. 26 Mayıs’ta Ankara Karum Çim Alan’da yapılacak olan açılış töreninin ardından filmler, Büyülü Fener Kızılay Sineması ve Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gösterime sunulacak.

Yorumlar (0)