“Kusursuz Kiracı” karakterlerini yakından tanıyalım

DİZİ 30.08.2022, 11:51 31.08.2022, 10:52
“Kusursuz Kiracı” karakterlerini yakından tanıyalım

Tanıtımlarıyla dikkatleri üzerine çeken “Kusursuz Kiracı”, yarın akşam ilk bölümüyle FOX izleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor.

Dilan Çiçek Deniz, Serkay Tütüncü, Melisa Döngel, Özlem Tokaslan, Ruhi Sarı, Beyti Engin, Deniz Cengiz, Umut Kurt, Nilsu Yılmaz, Rami Narin, Ümmü Putgül, Alptekin Serdengeçti, Şirin Öten, Hasan Şahintürk, Rüçhan Çalışkur ve Bennu Yıldırımlar gibi güçlü isimlerin kadrosunda yer aldığı dizinin yapımcılığını MF YAPIM üstlenirken, yönetmen koltuğunda Yusuf Pirhasan oturuyor ve yazar Nermin Yıldırım’a ait “Ev” romanındaki “Evi Yak” öyküsünden hareketle kaleme alıyor.

Dilan Çiçek Deniz’in hayat verdiği ana karakterin (Mona) yeni taşındığı apartmandaki gizemli olayları konu alacak “Kusursuz Kiracı”, yarın akşam saat 20.00’de ilk bölümüyle FOX’ta.

Dizideki karakterleri yakından tanıyalım:

MONA – DİLAN ÇİÇEK DENİZ

Henüz kariyerinin başlarında bir muhabir. Bir süredir İstanbul’da devam eden yangınları araştırıyor. Suçluluk duygusu çok belirgin biri olduğundan, herhangi bir konuda eksik ya da yanlış davrandığında kendisini kolay affedemiyor. Bir yetimhanede büyümek durumunda kalan Mona, hayata 1-0 yenik başlamasına rağmen; çalışmış, didinmiş, kendini yetiştirmiş, iyi bir eğitim almış ve olanaksızlıklar içinden güçlü şekilde çıkarak, kendini kurtarmayı başarmış. Dezavantajlı geçmişi hem zaafı hem de gücü olmuş. Dışarıdan güçlü, ne yaptığını bilen, hatta iş bakımından tuttuğunu koparan bir genç kadın gibi görünse de içinde yaralı, ürkek bir çocuk taşıyor. Sevilmeye aç. Ama sevildiğinde ne yapacağını pek bilemiyor. Kırılganlığa yenilmemek için, hayata karşı savunma mekanizmaları bularak büyümüş. “Hayatta ne olursa olsun kendi kendine yetilecek, kimseye fazla yaklaşılmayacak, kimseye fazla güvenilmeyecek, kimseden bir şey beklenmeyecek, kimseye yaslanılmayacak...’’

YAKUP ORTAÇ – SERKAY TÜTÜNCÜ

Yakup hayatı dalgaya almayı bilen, hafif adımlarla ve neşe içinde yaşamayı seven biri. Gazetecilikte Mona kadar derin etik değerleri olmasa da işini severek, eğlenerek yapıyor.Yakup’un hayattaki pusulası başkalarının ne düşündüğü değil, kendi vicdanı. Bütün o hafifliğinin, rahatlığının altında, her şeyden evvel müthiş vicdanlı, şefkatli ve dürüst bir adam yatıyor. Yani Mona’nın ihtiyaç duyduğu, eksikliğini çektiği her şey onda var. Yakışıklı ve bunun da farkında. Hareketlerine bunun tatlı özgüveni sinmiş durumda. Ama asla kibirli değil. Aksine bu özgüven onun rahatlığına rahatlık kattığı için, şişinmeye ya da herhangi bir gösterişe ihtiyaç duymuyor. Hayatın her alanında klasik ve kabul görmüş beğenilere uygun olanı değil, kendine ait bir karakteri, şahsiyeti olanı, kendine özgü olanı seçip seviyor. Ailenin tek çocuğu. Annesiyle arası çok iyi olsa da babasıyla bir baba-oğul çatışmaları var. Orta ölçekli bir şirketin sahibi olan babasının arzu ettiği işadamı profiline girmek istemeyerek güzel sanatlar okumuş, sonra da yine babasının hakir göreceği, görece düşük ücretli işlere talip olmuş. Çocukken yazlarını dedesi Şuayip’in yanında geçirmiş. Dede yadigarı dediği ve alt katında oturan büyük amcası Muzaffer’i çok seviyor.

MADAM VULA – BENNU YILDIRIMLAR

Madam Vula, apartmanın 4 numaralı dairesinde oturan güngörmüş, zarif, yumuşak başlı, kibar bir kadın. Tam bir eski İstanbul hanımefendisi. Genç yaşta kaybettiği kocası Niko’nun vaktiyle çerçevelettiği yakışıklı bir siyah beyaz fotoğrafıyla konuşuyor arada. Madam Vula hakkında tek bilinen bir zamanlar İstanbul’da yaşadığı, ama sonra çocukken ailesiyle buradan ayrılıp Atina’ya gittiği ve seneler sonra tek başına da olsa yeniden şehre dönüp Şuayip’ten satın aldığı bu daireye yerleştiği. Tam bir İstanbul aşığı. Eski zaman kadınlarına yaraşır bir zarafetle giyiniyor. Elleri her daim zarif, tırnakları bakımlı, parmakları yüzüklü... Porselen takımları, eski moda likör kadehleriyle, buram buram zarafet ve nostalji kokan bir evde oturuyor. Öyle her zaman konuşmuyor ama konuştuğunda da derin laflar ediyor.

LEYLA – MELİSA DÖNGEL

Şefkatli, rahat, sevecen, korumacı, dünyanın en tatlı arkadaşı. Mona’nın yetiştirme yurdunda tanıştığı, kız kardeş bellediği yaşıtı. Hastanede terkedilince bebeklikten yetimhaneye giren biri Leyla. Buna rağmen son derece pozitif bir karaktere sahip. Cesur, hakkını arayan, bu uğurda gerekirse de kavgadan kaçınmayan biri. Yetişkinlik döneminde de tıpkı çocukluklarında olduğu gibi Mona’nın akıl hocası, mentorü. Onu korumak için elinden geleni yapıyor. Yaşıt olmalarına rağmen bir abla gibi davranıyor. Mona’nın göremediklerini gösteriyor. Sık sık panikleyen arkadaşının sağduyusu oluyor ve ona olayları farklı perspektiflerden görebilmesi için yardım ediyor.

HAMİYET – ÖZLEM TOKASLAN (46 yaşında, İstanbul doğumlu)

Hamiyet bütün gün pencerede oturup apartmana giren çıkan, yoldan gelen geçen herkesi gözetleyen bir dedikoducu. Erken yaşta kocası Sami ile evlenmiş. Ama adam hayallerindeki gibi enerjik, gezmeyi tozmayı seven biri çıkmayınca, bütün gün kapalı kaldığı evin içinde kendine uğraş olarak başkalarının hayatıyla ilgilenmeyi seçmiş. Dedikodu merakı ve her şeyi herkese yetiştirmesi yüzünden mahalleli ona Hamiyet Postası diyor. Ama o da apartmandaki herkes gibi kalbinde bir de buzdağının görünmez kısmını taşıyor. Klasik dedikoducu apartman komşusunun içinden başka bir hikaye, başka türlü hayaller ve hayal kırıklıkları çıkışına şahit oluyoruz.

SAMİ – RUHİ SARI

Tapu Kadastro’da memur olarak çalışan Sami, gerçek bir pinti. Ev Hamiyet’in olmasa, bir de kira verseler, hiç geçinemeyecek haldeler. Sami ay sonunu getirememe korkusuyla kaloriferleri bile gıdım gıdım açıyor, hatta geceleri nasılsa yataktayız deyip tamamen kapatıyor. Evde hep bir üşüme mevzuu var. Hamiyet kocasından bahsederken hep “ısınamadım” diyor bu yüzden, her manada. Sami’nin evde kimseyle çok yakın bir ilişkisi yok. Kızıyla zaten hiç arası yok, arada karşılıklı laf sokmak dışında çok ilişki kurmuyor. Babası ölünce annesi Hafize’yi yanına almış, evde bir tek ondan şefkat görüyor. Sami gençliğinden beri ayakta uyuyor diyebiliriz. Hayattan tek beklentisi işten eve gelince ayaklarını uzatıp kanepede yatmak. En azından şimdilik bize öyle görünüyor!

CÜNEYT GÖKTÜRK – BEYTİ ENGİN

Asker emeklisi olan Cüneyt Göktürk apartman yöneticisi, apartman nizamını ondan soruluyor. Yüksek bir sese sahip ve her zaman bağırarak konuşuyor. Adeta hiç emekli olmamış gibi her sabah erkenden kalkıp sporunu yapmaya, sinek kaydı tıraşını olmaya devam eden, düzen ve disiplin meraklısı bir adam. Emekli olduğundan beri çok sıkılan Cüneyt, etrafında daima yönetecek birilerini, düzene sokacak düzensizlikleri arıyor. Başta kendi ailesi olmak üzere etrafına kök söktürüyor. Üst katta oturan komşusu Suzi’yi beğendiği her halinden belli. O sert mizacı, onunla konuşurken yumuşayıveriyor.

SUZİ – DENİZ CENGİZ (30 Yaşında- İstanbul doğumlu)

Suzi de kocası gibi bir beyaz yakalı. Gösterişli, bakımlı bir kadın. Her şeyiyle kusursuz olmak için çabalıyor. Ama bu kusursuzluk çabası onun da en büyük kusuruna dönüşüyor. Her şey her zaman kontrolünde ve mükemmel olmalı. Saçları karışmıyor, makyajı akmıyor. Her zaman her şey olması gerektiği gibi olmaya ve öyle görünmeye devam ediyor. En bir şey düşünmemesi gereken zamanda bile nasıl göründüğünü ya da yeterince mükemmel olup olmadığını düşündüğüne, kafasının içinde alışveriş listesi yaptığına ya da şirketteki işleri aklından geçirdiğine emin olabiliriz. Kocasını seviyor ve başka kadınlarla ilgilendiğini sezerse kıskanıyor. Ama aralarında öyle büyük bir kriz de yok. Küçük kardeşi Mert üniversiteyi okumak içim Suzi’lerin yanına gelmiş ve onlarla kalıyor. Suzi kendisine hiçbir bakımdan benzemeyen kardeşine çok düşkün.

NİHAT DİNÇ – UMUT KURT

Babası erkenden ölünce annesi tarafından büyütülmüş. Annesi sert bir tip olduğu için epeyce baskı altında ve başarı odaklı yetişmiş. Modern insanın basit bir örneği . Fazla başarı ve sonuç odaklı yaşamak hayatını bir parça sınırlandırmış durumda. Talep görene, alkış alana yöneliyor hızla. Koşullar fikirlerini de hislerini de hızla biçimlendiriyor. Gerçekten ne istediğini ya da yapmakta olduğu şeyden hakikaten keyif alıp almadığını çok da sorgulamayan tiplerden. Nasıl göründüğüne nasıl hissettiğinden daha çok önem veriyor. Düzenli olarak spor yapıyor, kaslarını seviyor ve daracık kıyafetlerle onları göstermeyi de öyle... Sürekli olarak onaylanmak istiyor. Karısını seviyor ama aldatma niyeti olmasa da etrafta gördüğü kadınlara da arada bir kur yapmaktan geri durmuyor. Sonuçta ne kadar çok beğenilirse onun için o kadar iyi.

MUZAFFER ORTAÇ (DOĞUM: 1953, Uşak) 67 YAŞINDA

Yakup’un büyük amcası- dedesinin kardeşi.

Muzaffer Ortaç Yuva Apartmanı’nın uzun süreli sakinlerinden.

Yakup’un Dedesi Şuayip’in tek kardeşi. Sağlığında pek de anlaşamadığı rahmetli abisiyle arası ne kadar kötüyse, onun yadigarı olan yeğeni Yakup’la da o kadar iyi. Hiç evlenmediği ve kendi çocuğu olmadığı için Yakup’u oğlu gibi seviyor. Yakup çocukken yazları İstanbul’a geldiğinde, dedesinin yanısıra Muzaffer Amcasıyla da çokça vakit geçirmiş. Aralarındaki güzel ilişki halen devam ediyor.

Muzaffer Ortaç etliye sütlüye karışmayan kendi halinde bir adam. Ama zengin bir iç dünyası var. En büyük hobisi evindeki atölye olarak kullandığı odaya kapanıp kapanıp kuklalar yapmak.

SABAHAT GÖKTÜRK

Apartman yöneticisi Cüneyt Göktürk’ün eşi.

Emekli hemşire olan Sabahat, emeklilik günlerini, evi askeriyeye çeviren kocası Cüneyt’in homurtusu altında çalışıp didinerek geçiriyor. Ev daima düzenli olacak, eşyalar arasında cetvelle çizilecek bir nizam olacak, yatma kalkma saatleri asla şaşmayacak... Sabahat’in işi zor.

İlk bakışta kendini ev işlerine vakfetmiş, kocasının gölgesinde sessiz sakin yaşayan bir kadın gibi duruyor. Ama hayatta kim ilk bakışta anlaşılabilmiş ki...

Yorumlar (0)