11.07.2020, 22:23

İki yüz yıl sonra konuşuruz

İki yüz yıl sonra bu dünyada tanış olduğum kimse kalmayacak, bu yüzden her şeyden önce birbirimizi affederek tanışalım. Belki bu, Melih Cevdet’in bir şiirinde rastlaşmamıza sebep olur.

Pek çok konforlu tükenişin seyircisi oldum.

Kaf dağında olanların uçurumdan aşağıya düşerlerken utançtan çığlık atamamalarına tanıklık ettim. Hiçbiri 92 yaşında vefat eden bir büyüğümün çeyizini kullanmadan gitmiş olması kadar hüzünlü değildi.

Eşi erken dünya evinden ayrılmıştı, çocukları yoktu.

İki dairesi olmasına rağmen hep daha büyük bir eve geçince çeyizindekileri kullanmak istediğini söyler, hiç kullanılmamak üzere gümüş şamdanlar, kristal bardaklar, yemek takımları, avizeler, çarşaflar almaya devam ederdi.

İki dairesini satarak çok daha büyük bir ev satın alabilmesi gayet mümkündü, ya bunun hep farkındaydı, ya da hiç farkında olamadı.

O büyük eve sahip olduğunda, hayatta bir amacının kalmayacağından mı korkuyordu bilemiyorum, artık istesekte bilemeyiz.

Bunu iki yüz yıl sonra aynı gün aynı saatte bir daha tartışırız.

Kabul ediyorum, insanların hayata tutunmak için yaptıkları garip şeyleri yadırgamamak gerekiyor.

Belki de sahip olduklarından ziyade, sahip olamadıklarına sahip olabilme arzusu, insanların yirmi dört saatini veya bir haftasını geçirebilmesine yardımcı oluyordur.

İnsanın düşünsel ve ruhsal hapishanesi bu şekilde var oluyor olmalı. Kendine sığamadığını söylerken, yumruk büyüklüğünde bir hapishaneye sığmak manidar.

Korkmayın, kendi cezaevinin mimarı olmak anayasada suç değil, vergisi yok. Ruhsatını seçim zamanlarında nasıl olsa çıkarırsınız.

Ben kendi hapishanemin duvarına küçük bir pencere, saksıda yetişen mavi bir çiçek, dışarıda şakalaşıp oynayan çocuk sesleri çizdim.

Bir işe yaramadı ama duvar güzelleşti.

Bugün yaşıyorum diyebilmek, ciğerlerimi hava ile dolduruyor olabilmek muhteşem bir ayrıcalık.

Güneş batıyor, birazdan çıkıp birkaç sokak köpeğinin başını okşarım, bahçeye yeni ektiğim zeytin fidanı ile konuşurum, kedimden akşam üstü azarımı işitirim. Çeyizim yok, olsa kesin bir hoşaf takımını bozarım.

Zaman hızla geçiyor, cildimiz yer çekimine karşı koyamamanın endişesinde. Ama ben bundan korkmuyorum, iki yüz yıl sonra dünya da tanışıklığımın olduğu birinin kalmaması da ürpertici gelmiyor bana.

Ama her an bu dünyadan ayrılabilecek olma gerçeği ve düşüncesi biraz düşündürücü. Her zaman olmasa bile, ara sıra samimiyetle düşünmeli bunu, gözlerini kapayıp kendi cenazesini kaldırmalı, gittiğinin ertesi gününde ne olup ne bitiyor bir bakmalı.

Kim bilir belki de dünyada tanış kimsenin kalmaması hemen ertesi gün başlıyordur.

"Ölmek, uyumak sadece" diyor Shakespeare.

Eğer ölmek uyumaksa, bildiğim tek şey, huzursuz bir vicdanı hiçbir konforlu yatağın uyutamadığıdır.

Çeyizim maalesef yok. Olsaydı, en beğenerek almış olduğum çarşafı bile yataklarınıza sererdim. Bu zamana kadar tüm haklı olduğum konularda bile rahat uyuyabilin diye sizden özür dilerdim.

Şimdilik boşa harcadığım tüm zamanlar için kendimden özür diliyorum, iki yüz yıl sonra aynı gün aynı saatte bu konuyu yine konuşuruz.

Belki tanışmadan önce birbirimizi affederiz.

Yorumlar (4)
Sümeyye E. 4 yıl önce
Yazarın anlatmak istediklerini, iki yüz yıl sonra aynı gün aynı saatte konuşuruz.
Aleyna 4 yıl önce
Makaleleriniz çok iyi hepsi harika
Miray Emre 4 yıl önce
"boşa harcadığım tüm zamanlar için kendimden özür diliyorum." bazı şeyleri sorgulamaya sebep oldu. Teşekkürler Hakan Yufkacıgil
Ömer Yürükçe 4 yıl önce
Çok yönlü, entelektüel bir yazı. Hayatta her zaman aranılan kişi olmak fonksiyonel izler (eğitim,sanat, müzik,tiyatro vs vs)bırakıp yüzyıllar sonra bile anılir