17.05.2020, 16:16

Medyanın 10 yıllık yakın tarihi

Fransız düşünür Lois Althusser, “…devlet, ideolojik aygıtları aracılığıyla hegemonyasını kurar ve pekiştirir…” der. Nedir bu ideolojik aygıtlar? Din, hukuk, ahlak, sanat, kitle iletişim araçları ve medya.

Serbest piyasa ve liberal siyasal yapıyı savunduğunu söyleyen bazı devletler de, bunu türlü kılıf ve yöntemlerle gerçekleştirir.

Aile ön planda olsun, gençler aşk yaşamasın, kadın anne ve ev hanımı olsun, şeklinde bir tercihi olan devlet böyle film, dizi, program yapın diye talimat veremez bu yüzden. Ama farklı yöntemler uygular.

2011 yılındaki reyting operasyonunun temel amacı buydu. Reyting sisteminde usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle Aralık 2011 yılında en çok reyting alan dizilerin yapım şirketlerine baskın yapıldı. Bugün hala en çok reyting alan dizileri yapıyor o şirketler. Aslında yapılan usulsüzlüğü engellemek değil, klasik bir FETÖ taktiği olarak usulsüzlük yapmak için yeni bir kılıf yaratmaktı.

Reyting ölçen şirket değiştirildi, düzenleme yapan TİAK’ın başına bugün FETÖ’den hapiste olan bir TV müdürü getirildi. Bir süre fetret devri yaşandı. Reyting ölçülemedi, TRT ölçüme girmedi. STV reytingde altın devrini yaşadı.

Reytingler güvenilir mi?

Uzun zamandır reyting sistemi hakkında bir şaibe hep var. Sektörde olanlar da, seyirciler de güvenmiyorum diyorlar. Ama reklam veren için en önemli ölçü bu. Tabii son yıllarda sosyal medya reytingleri de yeni bir kriter alanı yarattı.

ölçümü yapılan paneli, yani seyirci profilini değiştirerek dizilerin içeriğini de değiştirmiş oldular. Eğitim ve sosyo-ekonomik statüsü görece yüksek olan AB grubunun payı azaltıldı.

Yeni panel, total izleyici diye başlayan cümlelerin ardından eskiden çok izlenen türde diziler yapılamaz oldu. Kentli hikayeler, özgür kadın karakterler gitti, yerine tek derdi evlenmek ve kendini erkeğine adamak olan kadınlar tercih edilmeye başlandı. Aşk uzaktan uzağa yaşanmaya başladı. Özgür aşk, özgür kadın, içki, günlük hayat dili, öpüşme hepsi yok olmaya başladı.

Muhafazakar bir televizyon dünyası kurulmak istendi. Benim Senaryo Yazarları Derneği yönetiminde olduğum 2009 - 2012 döneminde yakından takip ettiğim davalarda senaryo yazarları içki içen, ahlaksız ilişkiler yaşayan ve bu yaşam tarzını topluma dayatan kişiler olarak hedef gösterildi. Muhteşem Yüzyıl, Fatmagül’ün Suçu Ne gibi dizleri yapanlar tehdit edildi, aleyhlerinde kampanyalar yapıldı. O zaman büyük kanallar böyle değildi, bizleri çağırır, bu konular üzerine görüşlerimizi anlatma şansı verilirdi.

“Bizim çocuklar” da senaryo yazarlığını öğrensinler, yönetmen olsunlar da şunlardan kurtulalım diye çağrılar yapıldı. Ama yapamadılar. Yaratıcılığı kelime olarak bile yasak bulan bir zihniyet yaratıcı bir sektörde başarılı olamazdı. Bir an önce şu işi öğrenmek ve nefretle eleştirdikleri kişilere muhtaç olmamak için yine kızdıkları Cihangir tayfasıyla çalışmak zorunda kaldılar.

Ve RTÜK… Sahnede...

Ardından da RTÜK daha belirgin olmaya başladı. Cezalarla diziler, programlar yönlendirilmeye çalışıldı. Ben Bilmem Eşim Bilir gibi yarışmalara bile türlü sebeplerle cezalar verildi. Evli bir kadın yarışmada başka bir adamla dans ettiği için, kocasına bağırdığı için, şaka yaptığı için…vb. sebeplerle ceza kesildi.

Dünyanın her ülkesinde RTÜK benzeri kurumlar, medyayı sınırlayan sözleşmeler var. Bu kurumlar liberal siyasi sistemin gereği olarak hakem pozisyonunda, toplumun bütün kesimlerini korumak için medyayı düzenlemekle görevli. Türkiye’nin de altına imza attığı Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi ise çocuklar, gençler korunsun, istismar, pedofili medyada yer almasın, insanların ruh halleri korunsun vs. kaygılarla hazırlanmış bir sözleşme.

RTÜK’ün çerçevesi aslında bu sözleşme. Anayasaya göre uluslararası sözleşmeler iç hukukun üstünde ve bu sözleşme en önemli kriter olmalı.

RTÜK son günlerde hep gündem. Çünkü çıtayı giderek yükseğe koyuyor. En son komşulardan birkaçını ailece götürürüz diyen birine destek çıktı. Muhalif bir siyasetçiyi ekrana çıkarana bile ceza kesebilecek noktaya geldi. Çocukları pedofiliden korumak gibi bir resmi görevi varken çocuk evliliklerini savunanlar ekranda cirit atıyor. Şimdi RTÜK’ün belirlediği sınırlara göre katliam çağrısı yapmak, çocuk evliliklerini savunmak, aynı dünya görüşünde olmayanlara her türlü hakaret ve saldırı serbest. Muhalif siyasi söylemler, aşk, nikahsız cinsellik yasak.

Tekrar Althusser’e dönersek, devletin ideolojik aygıtı olarak medyanın şekillendirilmesinin en etkili silahı konumunda. Evet cezalar kesiliyor, sınırlar getiriliyor gibi görünüyor ama dünyanın rüzgarının tersine davrandıkları için hiçbir ilerleme kaydedemiyorlar ve edemeyecekler. İnternet, dijital medya onları kızdıkları 2011 öncesini bile aratır hale getirdi.

Zaman akıp giden bir nehir ve önüne geçeni, akıntısına meydan okuyanı da önüne katıp büyük denizlere götürüyor. Denize varmayan da kokuyor işte…

Yorumlar (0)