24.04.2021, 23:25

Müzik programları geri mi dönüyor?

Bir süredir ekranlarda müzik programları görmeye başladık. Ekranda travmalardan travma beğendiğimiz dizilerin hüküm sürdüğü şu zamanda azıcık nefes almak isteyenler için en azından alternatif oldular, ona kabul. Kimler? İbrahim Tatlısesler, Sibel Canlar, Hakan Altunlar, Volkan Konaklar… Yakında Bülent Ersoy da başlayacakmış. Neresinden baksanız, “Maraba Televole” kuşağı. Dijital müziğin milyon, milyar tıklamalı “star”larının televizyon yayıncılığında reyting olarak bir karşılığı yok çünkü. Tıpkı konserlerde de karşılığı olmadığı gibi. Ne uzun ne de kısa vadede olacağını da düşünmüyorum ama konumuz o değil.

Konumuz hali hazırda yayında olan üç müzikli goygoy programının da aynı yapımcının elinden çıkıyor olması. Bunun için Polat Yağcı’yı tebrik edelim etmesine ama şu gerçeği de göz ardı etmeyelim: Başka hiçbir yapımcının benzeri müzik programları yapacak cesareti yok artık. Kimse başına dert almak istemiyor. Neden mi? Maliyetleri yüzünden.

Aslına bakarsanız bir stüdyoda bir orkestra ve birkaç şarkıcıyla birkaç saatte çekilen bir programın herhangi bir diziden çok daha düşük maliyetli olması icap eder. Mantıken bu böyle ama gerçekte böyle değil. Ya da şöyle söyleyeyim: Eskiden böyleydi ama artık değil.

Zira artık bir televizyon programında bir şarkı canlı olarak seslendirildiği zaman teknik tabiriyle “yeniden işleme” olarak kabul ediliyor. Bu ne demek? Şu demek: Bir eseri alıyor ve onu yeniden seslendiriyorsunuz. Daha önce albümünüzde seslendirmek için söz yazarı ve besteciden izin almış olmanız ve dahi para ödemiş olmanız yeterli olmuyor çünkü o aldığınız izin ve ödediğiniz para sadece albümü kapsıyor. Albümdeki kayda “playback” yaparsanız sorun yok çünkü kanallar zaten albüm kayıtları için meslek birliklerine her dönem belli bir ödeme yapıyor ama programda canlı söylediğinizde durum değişiyor. Aynı şekilde albümlerinizde seslendirmediğiniz başka bir şarkıyı da programda canlı söylemek istediğinizde bunun için de izin alınması gerekiyor.

Buraya kadar bir sorun yok. Bu prosedür eser sahiplerinin haklarının korunması açısından gayet makul ve mantıklı. Olması gereken de bu zaten. Yaptığınız ticari bir işte -ki televizyon programı ticari bir iştir- başkasına ait birtakım eserler kullanıyorsanız, bunun için eser sahiplerinin rızasını almalısınız. Zira o işten bir para kazanıyorsanız bunda işi yaparken kullandığınız eserlerin payı büyük. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok.

Ne var ki işin mantık sınırlarını zorladığı, içinden çıkılmaz bir hale geldiği yer de tam burası. Zira uzunca bir süredir emsal teşkil eden kazanılmış birtakım davaların da getirdiği haklılık duygusuyla eser sahiplerinin ya da bağlı bulundukları edisyon şirketlerinin ayarı kaçmış durumda. Bu işin sabit bir tarifesi yok. Olması da mümkün değil zira her şarkının değerini eşitleyemezsiniz. Kimi “hit”tir, kimi değildir, kimi yıllarca dillerden düşmemiştir, kimisi o kadar da etki yaratmamıştır. Buna da kabul. Ama ortalama 15-20 şarkının söylendiği bir programda her bir söz yazarı ve bestecinin üçer, beşer, sekizer, onar bin lira istediğini düşünün…

Burada kantarın topuzu kaçıyor işte. Astarı yüzünden pahalıya geliyor. Üstelik çok iyi biliyorum ki bu piyasaya tamamen tutturabildiğine yürüyor. Yani senden beş, şundan yirmi, bundan kırk da istenebiliyor. Haliyle de uzun zamandır hiçbir yapımcı böyle bir yükün altına girmek istemiyor.

Bunun daha detaylı örneklerini bir bir isim vererek de yazacağım ama şimdi değil. Eser sahiplerinin haklarının kutsal olduğuna ve korunması, kollanması gerektiğine sonuna kadar inanan ve dahası ucundan kıyısından eser sahibi de olan birisi olarak kimilerinin daha fazla, en fazla parayı koparmak için nasıl birer canavara dönüştüklerini, nasıl mantık sınırlarını aşan rakamların havalarda uçuştuğunu bizzat gördüm, deneyimledim yakın zamanda. Yeri geldiğinde anlatacağım.

Yoksa bir izleyici olarak benim de gönlümden geçen ekranlar yine eskisi gibi şen şakrak olsun, gülelim, eğlenelim, şu dar zamanlarda azıcık neşelenelim ama işin perde arkasını gördükçe o kadar iyimser olamıyorum. Makul ve mantıklı bir yol bulunmadıkça, karşılıklı olarak talepler bir orta yola çekilmedikçe bu pek mümkün görünmüyor.

Peki diyeceksiniz ki nasıl oluyor da oluyor ve Poll Production bu işin üstesinden geliyor, hatta bir de programlarda söylenen şarkıları YouTube’a yükleyebiliyor? (Zira normal şartlar altında onun da ayrı bir maliyeti var.) Orası da artık Polat Yağcı’nın mahareti, ne bileyim ben.

Yorumlar (0)