30.04.2020, 10:43

Tek kanalla inanılmaz mutluyduk

Yaş yavaş yavaş kemale erme yoluna girdiğinden mahallede artık "eski hikayeleri dinlenilen abiler" klasmanına giriş yaptık. Genç arkadaşlara anlattığım olaylarda bazen mitolojik hikayeler anlatan dede gibi hissettiğim anlar olmuyor değil. Mesela "Harun ile buluşacaktık, adam 4 saat ağaç etti beni gelmedi" cümlesinin ardına -E abi neden aramadın Harun Abi’yi?- sorusu geliveriyor. Çünkü cep telefonunun olmadığı bir dünya bu zihinlerde yok.

Teknolojik gelişmelerin çığ gibi büyüdüğü döneme denk gelmek çok ilginç. Öncesini ve sonrasını bilen biri olarak karşılaştırma yapmak daha ilginç olabiliyor. Bu karşılaştırmalar bir çok alanda yapılabilse de ben bugün televizyon kısmına değineceğim.

1975 doğumlu biri olarak çocukluğumu 80'lerde, gençliğimi ise 90'larda yaşadım. Bu sebeple kendimi gerçekten şanslı görüyorum. Kumandanızın ucundaki yüzlerce kanal arasında izleyecek bir şey bulamazken o dönem tek kanalla inanılmaz mutluyduk.

Nostalji güzellemesi / yermesi yapan bir çok alanda o dönem televizyonun belirli saatler aralığında yayın yaptığını duymuşsunuzdur. Duymuşsunuzdur fakat pazar sabahı evdeki herkesten önce uyanıp pijamalarınızla TV karşısına geçip saatin 10.00 olmasını heyecanla bekleme zevkini yaşayamamışsınızdır mesela.

Ya da sinemanın bir çok başyapıtını televizyonda, reklamsız izleme keyfi. Rahmetli babam sayesinden kanıma giren sinema, gençlik dönemlerinde iyice ilgimi çekmeye başladığında fark ettim ki ölmeden mutlaka izlemelisiniz denen bir çok klasiği küçükken TRT sayesinde izlemişiz.

Peki ya spor? Pek bir nefret ettiğim "Endüstriyel Futbol" kavramı hayatımıza girmeden önce pazar günleri öğle saatlerinde -çünkü hiç bir statda ışıklandırma yoktu ve gece maçları oynanamazdı- babamın tek gözü gazetede tek gözü televizyon ekranında hali ile birlikte maç izlemenin keyfini kelimelere dökmem çok zor.

Sadece futbolda değil, benim jenerasyonumdaki her çocuk o zamanlar birçok sporun kurallarına hakimdi. Voleybol, hentbol, basketbol, atletizm ve daha bir çoğu. Bu dağarcığın oluşmasının sebebi ise TRT’nin yaptığı yayınlar ve bu karşılaşmaları sunan, TRT tedrisatından geçmiş muhteşem spikerlerdi. Sadece topu ayağına/eline alan oyuncunun adını söylemek değildi spikerlik. O sporla ilgili şahane bilgiler, kuralları da anlatırlardı.

Peki ya diziler? Kusura bakmayın ama onca kısıtlı teknik imkana ve hatta zaman zaman abartılan sansüre rağmen dönemin dizileri bambaşkaydı. Belki de Türk sinemasının mezarda yattığı bir dönem olduğu için tüm kalite dizi tarafına kaymıştı. Bugün Perihan Abla, Bizimkiler, Küçük Ağa gibi dizilerin adı geçtiğinde jenerasyonumun yüzüne oturan tatlı tebessümün sebebi o zamanlara duyulan özlemdir.

Şimdi burada tutup da ah o eski günler, alın teknolojiyi geri verin o güzel günleri gibi kof bir edebiyat yapmayacağım. Her dönemin kendine has güzellikleri, sıkıntıları var. Belki de bundan 30 yıl sonra 45 yaşında bir adam klavyesinin başına geçerek -uçan arabalarımız yoktu ama mutluyduk- diye bir yazı yazacak. Ben sadece o güzel günleri fon olarak kullanarak ekranlardaki erozyona değinmek istedim. Kısaca ve sizi sıkmadan.

Yorumlar (1)
Eray ERASLAN 4 yıl önce
Mükemmel bir yazı olmuş. Adeta çok kısa ve sade bir yazı ile bizleri aldın götürdün. Yüzümüzde anlamlı bir tebessüm bıraktın. Yüreğine kalemine sağlık kardeşim.