04.12.2020, 09:35

The Crown 4. sezon incelemesi

Geldiği gibi tükettiğim bir Netflix serisini daha tamamlamanın haklı gururuyla görkemli Britanya Kraliçesi 2. Elizabeth’in tahta çıkışından muhtemelen günümüze kadar işlendiği The Crown bu haftaki konum oldu. Toplam 6 sezon sürecek dizide kraliçeyi ve ana karakterleri iki sezonda bir, farklı oyuncular oynuyor. Tahta çıkışı ve hükümdarlığının ilk yıllarını canlandıran, toy kraliçemiz Claire Foy yerini olağanüstü Olivia Colman’a bırakmıştı. Olivia Colman başka bir Britanya Kraliçesi Anne karakterine can verdiği Lanthimos filmi The Favourite ile oscar heykelciğini kazanmıştı. Damarlarında en iyi soylu oynama kanı gezen Olivia Colman’a bu seri ile hayran olmadıysanız size bir de buz gibi atmosferiyle bir ingiliz polisiye-gelirimi önerebilirim. Broadchurch. İçeriği Netflix’te mevcut. İşte bu ingiliz harikası Colman, The Crown’un 3. ve 4. sezonlarında bize taş gibi bir kraliçe izletti. Kişilerin ne önemi var, mühim olan tek şey monarşi diyen buzlar kraliçesi, hükümet ile olan ilişkisinde, aile bağlarında, skandallar ve ülkenin politik tüm dalgalanmalarında tutunduğu müdahalesiz tavırla bile hayranlık kazanıyor. Biz bağıra basmayı seven Türk insanı olarak, kraliçe de olsa anne olması gereken bir kadını nafile bekliyoruz.

Sezonun ilk bölümünde İngiltere’nin ilk kadın başbakanının seçimi kazanması, veliaht prens Charles’ın Diana Spencer ile tanışması ve İra örgütünün Lord Mountbatten’a suikastı işleniyor. Dizi zamanın İngiltere’sinin saraya bakış açısını biraz da yanlı işliyor. İşsizlik ve ağır vergilerle boğuşan dönemin, bir diğer önemli kadın figürü Demir Lady, başbakan Margaret Thatcher. 1968 doğumlu Gillian Anderson’un hayat verdiği, domestik prime minister, kurduğu kabineye, duygusal oldukları gerekçesiyle kadın bakan seçmiyor. Kraliçe ile Thatcher’in haftalık rutin görüşmelerinde ve tatilde av sarayına davet almasıyla yaptığı ziyarette apayrı hayat tarzları ve bakış açılarının altı çiziliyor. Aralarında geçen diyaloglar tarihi ve oldukça ilgi çekici.

Kraliyet üyelerinin yapmak zorunda oldukları tercihlere, özellikle izin verilmeyen evliliklere yine derin göndermeler var. 8. Edward’ın aşk uğruna tahtan feragat etmesiyle yaşanmış olan tramva nedeniyle, kayan sıra ile hükümdar olan bu kuşağın, aynı hatanın zinhar vuku bulabilmesi düşüncesinden ödü kopuyor. Lakin yapılan evliliklerin hiçbiri mutluluk tabanlı değil. Elizabeth monarşiyi o kadar sıkı tutuyorki olması gerekenin yürüdüğünü sanıyor. Halbuki şansa sahip olduğu koca Prens Philip, işlerin nasıl yürüdüğünü çoktan kavramış olmasa, evliliğini bu kadar iyi kotarmasa skandal onlarda kopardı. Bu zihniyetle Prens Charles’ın delicesine başkasına aşık olması kimsenin umrunda değil. İşte bu uğurda hem ışıltıyla doğan Lady Diana, hem Camilla Parker Bowles harcanıyor. Evlendiği eşine bir tatlı huzuru gösteremeyen Galler prensi Charles haklı olma savaşı veriyor ve Diana’yı sadakatsizlikle suçluyor. Birlikte malum sona doğru savruluyorlar.

Kraliçenin kız kardeşi Prenses Margaret’in hem fiziksel hem ruhsal sağlık sorunlarının baş gösterdiği bölümde işlenen, kusursuz gen teması yine bu sezonun çarpıcı konularından biri. Helena Bonham Carter’ın canlandırdığı Margaret akıl hastanesine kapatılan soylu kuzenlerinin varlığını öğrenmesiyle insaniyet kavramını sorguluyor. Ana kraliçe ile yaptığı konuşmayla duvara tosluyor. Bilimin açıklamaları bile yeterli değil, kraliyet kusursuz olması gereken, en azından öyle gözükmesi gereken bir simge.

Gelecek son iki sezonda yine harika oyunculara bayrak teslim edilecek. Olivia Colman yerini Harry Potter serisinde gıcık Hogwarts müdüresi Dolores rolüyle anımsayacağınız, Imelda Staunton’a bırakacak. Prens Philip, ilk iki sezonda Dr. Who’lardan Matt Smith’ken yerini Tobias Menzies’e bırakmıştı. İhtiyar Philip ise Game Of Thrones’un Yüksek Serçesi Jonathan Pryce olacak. Helena Bonham Carter, rolünü Lesley Manville’e, Emma Corrin, Lady Diana rolünü, Elizabeth Debicki’ye teslim edecek. Bu sezon oyunculuğunu en beğendiğim Prens Charles’ı oynayan henüz 1990 doğumlu Josh O’Connor’un ise bayrağı kime vereceği belli değil.

Dönem dizilerini seviyorsanız The Tudors sonrası beni şöyle böyle tatmin eden The Crown daha az entrikalı olsa da size hitap edebilir.

İzlerken kurgu, gerçek sallanmalarını hissediyorsunuz. Karakterlerin çoğunun yaşaması ve Buckingham hassasiyetlerin çekimlerde ve senaryoda baskı yaratması olası, zira yayın tarihi itibariyle Galler prensi Charles ve Cornwall düşesi Camilla’nın resmi hesaplarını yorumlara kapatması tesadüf değil.

Yorumlar (0)