14.07.2020, 10:01

Toplumsal açıdan sosyal medyadaki şiddet

İnsan hayatında kolunu kıpırdatacak, hatta nefes almaya dahi mecali olmayan, hayatın durduğu dönemlerden birinden geçiyorum aslında… Tanıyanların çok yakından bildiği bir durumla, yaklaşık 4 senedir annemin tedavi sürecinde savaş verdik onunla ve üçünde “ex” yani ölü olarak girdiği, 6 yoğun bakım süreci ve birbirine bağlı ağır hastalıklarla savaşını başarılı bir şekilde vermiş ve tüm hastalıkları atlatmış bir “survivor” olarak yorgun ruhu gitmeyi seçtiği için geçen hafta uğurladık annemi… Böyle zorlu tedavi süreçlerinde ebeveynleri ile yakın temasta olanların bildiği üzere, hem arkamdaki dağ annem, hem göğsümdeki çocuğum, hem en yakın dostum, hem oyun arkadaşımı kaybetmiş biri olarak gözüm hiçbir şeyi görmüyorken yine onun sesi çınladı kulağımda… 40 küsur sene insan yetiştirmiş bir ilkokul öğretmeni olarak, bugüne dek yazdığım birçok konudan çok daha fazla ilgiliydi bu şiddete dair seriyle… Her bir görüşmem ve görüş almam sonrası “Ne dedi” diye sorup psikoloğundan avukatına çözüm yolu olarak önerilen “Eğitim” cevabını duydukça çok mutlu oluyordu. “Aslında her şeyin temelindeki eksik de çözüm de eğitim; sadece eğiterek ve eğitime önem vererek dünya doğru bir yer olacak. Ama eğitim de siyasetin parçası haline gelince önemini unuttuk. Dünya o yüzden cehennem gibi” derdi.

Şimdi yazımı belki biraz uzatacak bu girizgahı yaparak ona teşekkürümle ve izninizle konunun sonunun bizi mutlak “eğitim”e götüreceği bu seriyi anneme adamak istiyorum: Umuyorum sonunda eğitimle klavyeleri çiçek açtırabiliriz ve sanal zorbalık biter Zeynep Öğretmen… Gülümseyerek izlediğini bilmenin gücüyle ve bana “Hadi kalk yaz” diyen sesinle seriye sosyolojik ve toplumsal açıdan ele alarak devam ediyorum.

Konu alanı sosyoloji ve toplumsal hareket durumu olunca görüşüne başvurduğum ilk isim Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve aynı zamanda başta ‘Adım Adım’ ve ‘Açık Açık’ olmak üzere birçoğu uluslararası ödüllü de olan çok sayıda sosyal girişimin kurucusu ve öncüsü Itır Erhart oldu.

Öncelikle problemi tanımlamanın çözümü açısından da daha faydalı bir yol haritası çıkaracağına inanıyorum. Psikolojik açıdan şiddeti ve sanal şiddeti ele aldık. Bir sosyolog olarak sizin “sosyal medyadaki şiddet ve sınırları” ile ilgili tanımınız nedir?

Sosyal medya platformlarında, tehdit, şantaj, aşağılama, objeleştirme, saldırganlık, zorbalık gibi şiddet davranışlarıdır. Kasten ve isteyerek psikolojik, duygusal, sosyal zarar vermeyi, ve/ya da korku duygusu, stres, endişe yaratmayı amaçlar. İstenmeyen, ısrarlı iltifatlar, cinsel içerikli şakalar, küfürler, kişinin cinsel yaşamıyla ilgili paylaşımlar da bu tanımın içine girer.

Siber şiddet bireyleri de grupları da hedef alabilir. Cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, politik görüş, etnik köken, inanç gibi nedenlerle topluluklar da saldırıya uğrayabilir. Örneğin profilinde gökkuşağı bayrak ya da belli bir siyasi partiyi desteklediğine dair semboller olan herkes, bir anda hedef olabilir. Hedefler, “gerekçelerin” -gerekçeyi tırnak içinde söylüyorum, şiddetin gerekçesi olamaz, şiddet hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz- oldukça değişken ve çeşitli olduğunu görüyoruz aslında.

Sosyal mecralardaki ve gerçek dünyadaki şiddetin sosyolojik ya da toplumsal açıdan bir farkı var mı? Aynı zamanda, bir şiddetin sanal olması toplumu daha mı az etkiler?

Şiddet fiziksel, psikolojik, ekonomik ya da cinsel olabilir. Herhangi bir şiddet davranışıyla tehdit etmek de şiddettir. Herhangi bir türünün sosyal mecralarda yaşanıyor ya da uygulanıyor olması, şiddetin yarattığı sonuçların daha hafif ve/ya da etkisinin daha kısa olacağı anlamına gelmez aslında. Hatta şiddet uygulayanın, çoğu zaman anonim olması, şiddetin, kamusal alanda, sınırsız izleyicinin önünde yaşanıyor olması ve mesajların kopyalanarak başka mecralarda da paylaşılabilmesi ve dijital iz bırakması sanal ortamda yaşanan şiddetin etkisini daha da artırabilir.

“Şiddete maruz bırakılan buna neden olacak bir davranışta bulunmuştur”, “ünlülerin özel hayatı olamaz”, “hayır bazen evet demektir” gibi şiddeti meşrulaştıran inançların yeniden üretilmesi de sanal ortamda çok daha kolaydır.

Çocuk, genç, kadın, erkek, yaşlı fark ve ayırt etmeksizin yüksek dozda şiddet görüyoruz sanal dünyada... En çok etki hangi yaş grubunadır? Kim daha çok tehlike altında? Camı kırıp birini kurtarmak gerekse ilk kurtarılması ve korunması gereken kitle hangisi?

Evet, sizin de vurguladığınız gibi, herkes siber şiddete maruz bırakılabiliyor. Yine de kadınların, kız çocukların ve LGBTI + bireylerin heteroseksüel erkeklere göre çok daha fazla maruz kaldığını gösteriyor çalışmalar. O yüzden camı kırıp ilk kurtarmak isteyeceklerim kız çocukları, çocuk ve ergenler olurdu.

Eğitimci kimliğinizle de konuya yaklaşırsak; diyelim ki bu alanda bir eğitim verilmeye başlanacak. Şayet “sanal şiddet”i suç olarak tanımlarsak, sizce psikolojik olarak hangi grup bu suça daha yatkın? Toplumsal farkındalık ve doğru örnek adım olması bakımından ilk hangisinden başlamak lazım eğitime?

Siber şiddeti uygulayanların da şiddete maruz bırakılanların çok çeşitli kişilik ve karakter özellikleri gösterdiklerini söylemek mümkündür. Örneğin, Wiseman’ın 2002 yılında yayınladığı bir çalışma kadınlar arasında sanal ortamda şiddet uygulayanların sayısının oldukça yüksek olduğunu göstermiştir. Bu nedenle, eğitime herhangi bir gruptan başlamanın doğru olacağını düşünmüyorum. Şiddet toplum yoluyla öğretilir, öğrenilir, normalleşir ve meşrulaşır; bu da demektir ki önlenebilir. Kadınlar da erkekler de, ağırlıklı olarak, toplumsal cinsiyet kalıpları, toplumsal olarak belirlenen “kadınlık” ve ‘erkeklik’ rolleri, hetoronormativite nedeniyle şiddete maruz bırakıldığı için eğitime buradan başlanması gerekir, bana sorarsanız.

Klinik psikologla yaptığımız görüşmede, “Eskiden meydana çıkarıp taş atarak linç eden insan”dan sosyal mecrada klavyesi aracılığıyla taşlayarak linç eden insana dönüşümü anlattı bize… Sosyolojik açıdan “meydan”ın değişip dijitalleşmiş olması toplumsal hareketi ya da güruh durumunu nasıl ve ne yönde etkiler?

Bizim gibi davranan insanlarla bir arada olmak kendimizi güçlü ve güvende hissetmemizi sağlar. Toplumsal hareketlerini tetikleyen de öfke, üzüntü gibi ortak duygular ve bunların paylaşılmasının yarattığı aidiyet duygusudur. Dijital ortamda aynı kadına/siyasiye saldıran insanların oluşturduğu topluluğun bir üyesi olmak aidiyet duygusunu güçlendirir. Bir başka deyişle, şiddet uygulayan kitle büyüdükçe, bu topluluğa dahil olma arzusu da tetiklenir.

“Kendinden farklı olanın ötekileştiği” ve “ötekine nefret ve öfkenin bu derece arttığı” bir süreçte sosyal mecralardaki özgürlüğün ve fütursuzluğun bu nefretin dozu ile ilişkisi nasıl sizce?

İfade özgürlüğü mutlaka korunması gereken temel bir insan hakkıdır. Bu nedenle yasal çerçevenin ifade özgürlüğünü kısıtlayacak şekilde çizilmesinin çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. İfade özgürlüğünün nerede bittiğini, nefret söyleminin nerede başladığını söylemek de her zaman çok kolay değildir. Bu yüzden her vaka kendi içinde değerlendirilmelidir. Ötekileştirmeye ve nefret söylemine sosyal mecralarda daha sık rastlamamızın nedeni anonimite ve topluluk olmanın yarattığı güven duygusu. Sosyal mecraların özgür ortamın nefreti artırdığını düşünmüyorum. Kendi gibi düşünen ve fikirlerini bu ortamda ifade eden insanların görünür olması pek çok insanın, anonomitenin de verdiği rahatlıkla, bu duyguları ifadesini kolaylaştırdı, o kadar.

Psikolojik açıdan sosyal medyada da bu linçe maruz kalanların ruhlarında açılan yaraları ve etkilerini irdeledik. Buna maruz kalan insanların ya da bu şiddeti gösteren insanların toplum içinde var olma durumlarına etkisi nasıl?

Şiddet uygulayanı da maruz bırakılanı da olumsuz olarak etkileyen bir davranıştır. Hangi türü olursa olsun, bir toplumda şiddetin yaygınlığı da o toplumu olumsuz olarak etkiler. Güven duygusunu zedeler, tehdit algısını artırır.

Sizden önceki yazımda, özellikle Z kuşağının toplu hareketlerini de artık alanda değil, sosyal medyada bu mecralarda gösterdiklerini ve dijital sistemdeki arka kapıları bilip hatta kodlama, yazılım gibi bilgileriyle yaratıp yönetenler olarak tepkilerini burada verdiklerini, yasakların da bunu durduramayacağını yazdım. Siz aynı zamanda eğitimci bir sosyolog ve toplumsal konularda önde gelen aktivistlerden biri olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Sosyal medya toplumsal hareketlerin başlamasında etkin rol oynayabiliyor, dijital kampanyalar yasa değişikliklerini sağlayabiliyor, yunus parklarını kapattırabiliyor. Farkındalık kampanyaları bu sayede milyonlara ulaşabiliyor. Genç bir müzisyen şarkılarını aracı kurumlara mecbur olmadan izleyicisi ile buluşturabiliyor. Biz bireyler olarak, belki de hiç olmadığımız kadar, güçlü ve özgürüz bu sayede. Özellikle de bu araçları da çok iyi kullanabilen Z kuşağı.

Her toplumsal değişimin, dönüşümün hem olumsuz hem olumlu etkileri olur. Evet, sosyal medya platformları bizi güçlendirdi ama bir yandan da biz kullanıcıları sürekli göz önünde ve erişilebilir yaptığı için şiddete maruz bırakılma ihtimalimizi de artırdı. Şiddet uygulamaya meyilli olanlar da sosyal medya platformları sayesinde güçlendi, özgürleşti.

Yasaklar ve yasaklanmalar sizce sosyal medyadaki şiddeti yönetmek ya da sonlandırmak bakımından etkili bir yol mudur? Çözüm yönünde sizin öneriniz nedir?

Herhangi bir davranışın “suç” olarak tanımlanmasının ve yasaklanmasının bu davranışı sonlandıracağını düşünmüyorum kesinlikle. Fiziksel şiddet uygulanın suç olması bu davranışı azaltıyor mu sizce? Şiddete gerekçe gösterilen, öğrenilmiş normlar ve beklentiler değişmedikçe dijital şiddetin de azalabileceği kanısında değilim.

Hangi davranışların şiddet davranışı olduğuna dair farkındalık çalışmaları ve maruz bırakılanların güçlendirilmesine yönelik eğitimler verilmesi, destek grupları oluşturulması da çok kritik bence.

Yorumlar (0)