07.11.2022, 09:14

Travmalardan artakalan hayatlar: Cici

"Her şeyi içinde biriktirdin, kendinin kendi ellerinde tükenişini görüyorsun!" canım Rilke ne güzel söylemiş yine. İnsan hafızası içimizdeki düşman. Kişisel öykülerimizi dosyalayıp, en unutmak istediğimizi en hatırlanır haliyle göz hizasında bir rafta tutuyor. Yetişkin halimizle sorguladığımızda, şimdimizi kötü etkileyen bazı geçmiş dosyaları net bir şekilde görebiliyoruz. Ve biliyoruz ki, o göz hizasındaki raf, çocukluk yıllarına ait kayıtlarla dolu. Ne geçmiş geride kalmış, ne gelecek ileride, her şey şimdinin içinde.

Berkun Oya'nın yeni Netflix filmi "Cici" de bir ailenin yaşamının kıyısına sandalye çektirip, bizleri ölen bir babanın üzerinden yaşanan travmaların gerilimine ortak ediyor.

"Hiçbir ilaç kötü geçmiş bir çocukluğu iyileştiremez"

Cici'de, Kadir yıllar sonra baba evine dönüp çocukluğundan bugüne taşıdığı kötü bir anı üzerinden çekmeye çalıştığı filmle, babasına dair atlatamadığı travmayla yüzleşmek, onunla hesaplaşmak ve bundan özgürleşme isteği içindedir. Ancak çekimlerin ardından tesadüfi bir itirafla karşısına dikilen gerçekler, Kadir'in daha çok karanlığa gömülmesine ve içinden çıkılamaz bir çaresizliğe neden olur.

Filme dair en sık rastladığım eleştiri Cici'nin çıkış noktasını da oluşturan, babasının Kadir'i hortumla ıslatma sahnesinin yeterince sarsıcı ve yıllarca unutulmayacak kadar travmatik olmadığı yönünde. Oysa, filmin o noktaya ilerleyişine baktığımızda, Bekir'in evdeki otoritenin tek sahibi ve uygulayıcısı olduğunu görüyoruz. Evde annenin sözü geçmediği gibi, onun mutsuzluğu, baba karşısındaki zayıflığına şahit olmak, başta Kadir olmak üzere tüm kardeşleri olumsuz yönde etkiliyor. Kadir'in merdivende babasına dik dik baktığı sahne, onun iktidarına karşı duyduğu öfkeyi yansıtıyor.

Öte yandan babasının kendisini cezalandırmasının ardından hastalanması ve akabinde Bekir'in de hastalanıp aciz düşmesinden duyduğu sinsi bir mutluluktan dolayı yaşadığı vicdan azabına rağmen, kendi filminde hortum sahnesini ele alış şekline baktığımızda görünen; babasıyla yaşadığı olayın Kadir için, bize yansıyandan daha büyük bir dozda hissedildiği. Kadir o sahnede, gerçeğinden farklı olarak babasını çok daha sert ve acımasız, küfürler eden biri olarak tasvir ediyor. Gerçekte kar yağmıyor olmasına rağmen, şiddetini arttırmak için olayı karlı bir günde yaşanmış gibi sahneliyor. Çünkü onun için yaşananın hissettirdiği duygu yoğunluğu, gözle şahit olunandan çok daha fazlası.

Çocukken Kadir'in cezalandırılmasıyla başlayan olay örgüsü Havva, Saliha, Yusuf ve Cemil'in hayatlarında da apayrı yaralar açılmasına sebep oluyor. Hemşire olma hayaliyle yaşarken, Bekir'le evlendirilmiş olduğu tahmin edilen ve mutsuz bir evlilik içinde debelenen Havva'nın masumane bir intikam duygusuyla, tahmin edemeyeceği bir sona sebebiyet vererek hem kendisinin hem de çocuklarının hayatlarını derinden sarsması, Saliha'nın baba acıyla birlikte sevdiği Cemil'den koparılması, Yusuf'un ailenin en küçük bireyi olarak babasının ölümüne birebir şahit oluşu... Cemil'in aile bildiği Bekir'in ölümü ve Saliha'nın gidişiyle bir kez daha kimsesiz kalmış olması... Cici, çocukluk yaralarını ve onların psikolojik ve duygusal uzantılarını bir çimento harcının üzerinde kurumuş izler gibi zihninde kalıcı hale getirmiş yetişkinlerin hikayesi.

Sözün özü, Cici'yi eksikleri ve fazlalıkları olsa da, bir damla İran sineması tadı almış olduğum için sevdim. Ayrıca, Olgun Şimşek'in şahane oyunculuğunun yanı sıra benim en beğendiğim bir diğer isim çabasız bir sadelikle her duyguyu izleyiciye geçirmeyi başaran Ayça Bingöl oldu. 

Yorumlar (0)