17.06.2025, 12:59

İsrail ve İran'ın savaşı silahla değil kelimelerle!

Bu yazı, İran ve İsrail arasındaki çatışmalara yalnızca siyasi ya da askeri bir cepheden değil; algı, iletişim ve stratejik anlatı boyutundan bakmak üzere kaleme alındı. Çünkü günümüz dünyasında artık savaşlar yalnızca silahlarla değil, kelimelerle, kurgularla yürütülüyor. Bu çalışmada amaç; olup biteni sadece haber gibi aktarmak değil, tarafların hangi dille, hangi zeminde ve hangi amaçlarla ses verdiğini anlamaya çalışmak oldu.

Hazırsanız başlıyorum!

Caydırıcılığın Yeni Cephesi: İran–İsrail İletişim Savaşı

İran ve İsrail arasında yükselen gerilim, yalnızca füze atışları ya da hava saldırılarıyla sınırlı değil; bu iki devlet, kamuoyu gözünde "haklı" ve "meşru" görünmek için eş zamanlı bir PR savaşı da yürütüyor. Bu savaş, uluslararası ilişkilerin bildik sert güç unsurlarından çok, “iletişim gücü” üzerinden şekilleniyor. Çünkü günümüz dünyasında artık yalnızca güçlü olan değil, inandırıcı olan da kazanıyor.

İran’ın Saldırı Amacı: Güç gösterisi mi, stratejik mesaj mı?

İran’ın İsrail’e yönelik saldırısı, ilk bakışta tepki gibi görünse de, ardında çok katmanlı stratejik hedefler barındırıyor. Bunlardan ilki, İran’ın bölgesel liderlik iddiasını yeniden pekiştirme çabası. Filistin meselesi üzerinden şekillenen dini/siyasi söylem, İran’a Şii dünyada “mazlumun hamisi” rolünü yüklerken, aynı zamanda Arap sokağında da sempati üretme imkânı sağlıyor. Ancak mesele sadece duygusal değil: İran, bu çıkışıyla Suudi Arabistan’a karşı ideolojik bir üstünlük kurmak, Lübnan, Suriye ve Yemen’deki vekil güçlerini aktif tutmak istiyor. Bu strateji; PR, güvenlik algısı, jeopolitik rekabet ve mezhepsel liderlik unsurlarını bir arada taşıyor.
İç politika açısından ise, ekonomik kriz ve rejim karşıtı protestolarla sarsılan İran, dış tehdidi öne çıkararak içerideki bütünlüğü sağlama arayışında. Bu klasik bir kriz PR refleksi: Dış düşman yarat, içerideki sesleri bastır.

İsrail’in Karşı Duruşu: Mağduriyetin iletişim gücü

İsrail, tarihsel olarak kendini sürekli bir tehdit altında göstererek, “meşru müdafaa” zemininde bir iletişim stratejisi benimser. İran’ın saldırısını da bu bağlama oturtarak, Batı kamuoyunda mağduriyet ve haklılık hissiyatı yaratmaya çalıştı. Bu yaklaşımın en etkili olduğu alan ise Batılı medya organları ve  yayınlarda kullanılan dil, İsrail’in iletişim başarısının yansımasıydı. İsrail, uzun süredir uyguladığı bu stratejiyle, kendi askeri müdahalelerini "koruyucu ve önleyici" eylemler olarak çerçevelemekte başarılı oldu.
Bu noktada önemli bir detay da İsrail’in müttefiklerinin söylem desteğidir. ABD ve birçok AB ülkesinde, siyasi liderlerin açıklamaları, doğrudan İsrail’in kriz PR dilini yansıtır. Yani İsrail’in PR’ı yalnızca kendi iç mekanizmalarıyla değil, dış aktörler aracılığıyla da işler.

Kimin sözü kimin vicdanına değiyor?
İran’ın İsrail’e yönelik saldırısı yalnızca askeri değil; aynı zamanda iletişimsel ve psikolojik bir dalga da oluşturdu. Sosyal medyada bölünmüş kitleler, sokakta farklı sesler, haber bültenlerinde dikkatle seçilmiş kelimeler vardı. Bazı medya organları İran’ın saldırısını “tehdit”, bazılarıysa “cevap hakkı” olarak yorumladı. Birçok dijital platformlarda kullanıcıların önemli bir kısmı, saldırıyı Filistin’e destek olarak gördü. Ancak aynı zamanda, özellikle Batı kamuoyunda, “küresel istikrarı tehdit eden yeni bir kriz” olarak ele alındı.
Halkın diline ise şu iki ayrı cümle yerleşti:
➤ “İran sonunda konuştu.”
➤ “Yeni bir dünya savaşı mı başlıyor?”
Bu ikili tepkiler, medya üzerinden yürütülen algı mücadelesinin başarısını ve aynı zamanda korkusunu gösteriyor. 

Diplomatik sözcüklerle denge siyaseti

Saldırının hemen ardından dünya liderlerinin açıklamaları birbirinden dikkatli seçilmiş cümlelerle şekillendi.
ABD, İsrail’in “kendini savunma hakkı”na vurgu yaptı.
Fransa, “itidal” çağrısı yaptı ama İran’ı doğrudan kınamadı.
Çin, yalnızca “gerilimin düşürülmesi gerektiğini” söyledi.
Rusya, Batı'nın çifte standardını eleştirdi ama İran’a açık destek vermedi.
Bu açıklamalar, artık diplomasinin sadece dış politika metni değil; halkla ilişkiler stratejisi hâline geldiğini gösteriyor. Her açıklama, yalnızca devlete değil, dünya kamuoyuna verilen bir mesaj içeriyor.

Bu saldırı ne anlatıyor?
Bu gelişmeleri yalnızca bir çatışma değil, bir küresel pozisyon alma hamlesi olarak da okumak gerekir. İran, saldırısıyla sadece İsrail’i değil, tüm dünyayı hedefliyor aslında...

 “Sessiz kalırsanız, biz konuşuruz.”

Bu duruş, bölgesel güç dengesine meydan okuyor. Öte yandan İsrail ise saldırının ardından Batılı destekçilerini hemen arkasına alarak bir "ittifak PR’ı" yarattı:

“Biz değil, bize saldırdılar.”

Her iki taraf da haklı olmaktan çok, haklı görünmeye çalışıyor.
Ve burada savaş alanı, medyadan daha geniş değil.

Gece gelen bombalar fiziksel yıkımın ötesinde psikolojik caydırıcılık

İran’ın İsrail’e karşı yürüttüğü saldırıların önemli bir kısmı gece saatlerinde gerçekleştiriliyor. Bu zamanlama tesadüf değil. Gece bombardımanı, yalnızca fiziki hasar yaratmakla kalmaz; aynı zamanda halkın en savunmasız anına, uykusuna, güven duygusuna yönelmiş bir stratejik darbedir. Savaş tarihinde gecenin bir “karanlık örtü” değil, bir “iletişim dili” olarak kullanıldığını sıkça görürüz. İran da bu dili çok bilinçli biçimde kuruyor. Gece saldırısıyla verilen mesaj açıktır:

“Sizi gündüz olduğu kadar gecede de gözetliyoruz. Artık hiçbir saat güvenli değil.”

Bu strateji, caydırıcılığı yalnızca silah üzerinden değil, güvenlik algısını da çökertmek üzerine kurulmuştur. Gece, artık sadece karanlık değil; bir PR stratejisi, psikolojik alan savaşı ve sembolik üstünlük çabasıdır.

Savaştan sonra kalan ...İmajın kurgusu

Bugünün çatışmaları yalnızca sınır çizmez, algı çizer. İran ve İsrail gibi devletlerin geleceği, artık sadece attıkları füzelerle değil; hangi stratejik dili ne kadar sürdürülebilir kıldıklarıyla şekillenecek. Çünkü uluslararası arenada kalıcı olan güç değil, o gücün nasıl anlatıldığıdır.


 

Yorumlar (0)