Dünyanın neresinde artık öpüşme sahnesi çekilebilir ki?”

Çocuklar Duymasın, Seksenler ve Ev Yapımı projelerinin yaratıcısı Birol Güven, yüzyılın öğretmeninin koronavirüs olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Kim dünyanın neresinde öpüşme sahnesi çekebilir artık? Ben oyuncuyum ve her sahneyi oynarım diyemeyecekler. Bu bizim sektörü tamamen değiştirecek.”

RÖPORTAJ 11.04.2020, 20:33 15.04.2020, 15:20
Dünyanın neresinde artık öpüşme sahnesi çekilebilir ki?”

Türkiye ne zaman bir krize girse bunu avantaja çeviren isim hiç değişmiyor; Birol Güven. Sene 2001. Ülkede inanılmaz bir ekonomik kriz var, insanlar mutsuz, insanlar umutsuz... İşte o günlerde hayatımıza kavga ederken çocukları yanlarına gelince “Mutfak” diyen ve kavgalarına orada devam eden Haluk ve Meltem girdi. Taş fırın erkeği ve personel müdürünün tatlı sert atışmalarına çocukları Duygu ve Havuç da eklendi ve Çocuklar Duymasın Türkiye’nin krizden çıkış bileti oldu. İnsanların tebessüm etmeye, umut etmeye ihtiyacı vardı ve yaratıcısı Birol Güven kurtarıcı rolünü üstlenmişti. Tarih 2012’yi gösterdiğinde ülke kaosa sürüklenirken, geçmişe özlem burnumuzda tüterken girdi hayatımıza Seksenler. Çatışsak da birbirimizle bütünüz mesajını verdi ve insanlara yine tebessüm, yine umut oldu. Birol Güven ülkenin bir başka krizini daha iyi yönetmişti. Koronavirüs Türkiye’ye girdiği anda evlerimize kapandık ve sosyal izolasyona geçtik. Evde ablamla aramızda “Şimdi diziler nasıl çekilecek ki, ancak evden çekim yapacak bir formül bulmalılar” dedikten iki saat sonra mailime bir bülten düştü. Seksenler ekibi bu defa “Ev Yapımı” adında yeni bir diziyle ama oyuncuların kendi evlerinde kendilerinin çekecekleri yeni bir format yarattılar. Yine olan olmuştu, ülkede bir kriz vardı ve bence bu sektörün en iyi kriz yöneticisi olan Birol Güven sahnedeydi. Hal böyle olunca; Ev Yapımı’nı ve kamera arkasını izledim ve sosyal izolasyonumuzu koruyup online röportaj yaparak Birol Güven’e kurtarıcı rolünü ve bizi nelerin beklediğini sordum.

BAŞIMI KAŞIYACAK ZAMANIM YOK

Bu ülkede ne zaman bir kriz çıksa kurtarıcı olarak sen koşuyorsun, farkında mısın?

Valla bugüne kadar “Birol Güven çok paramız var, gel bize bir şey yap” diyen olmadı. Hep acil durumda “Camı kırınız” yapımcısı olduk. Ama bu defa bizi kurtaran bu proje oldu. Kendi psikolojimizi kurtardı Ev Yapımı. Şu anda başımı kaşıyacak zamanım yok. 24 saatim var ve bana yetmiyor. Bu Allah’ın bir lütfu benim için.

O zaman başa dönelim. Türkiye’de koronavirüs vakası açıklandı ve evlerde kalmaya başladık. Sonra ne oldu da Ev Yapımı doğdu?

TRT bize “Evde bir şey yapın” dedi. Asıl TRT’nin en önemli lafı şuydu: “Siz evden bir şey yapın. Hata olursa, amatörlük olursa biz onu hoş göreceğiz.” Telefonu kapattım ve oturup bir gecede senaryoyu yazdım. Zaten o gece yazamasaydım yapamazdım. Gruba yolladım ve iş başladı.

Bir gecede her şeyi kurup yazdığına göre hazırda bekleyen bir proje mi vardı?

Pamuk Prens sinema filmimizi hatırlıyor musun? Sen de izlemiştin. Bu iş aslında onun devamı. Orada da başrol bendim. Ev Yapımı’nı da şöyle bir hikaye üzerine kurdum. Her evde bir şey yaşanıyor zaten ve her evin bir hikayesi var. Zor olan bu hikayeleri birbirine bağlamaktı. Orada çimento ben oldum. Ben kendimi ve ailemi ortaya atmak zorundaydım. Ben ve eşim oynayınca, çocuklarım oynayıp müziklerini yapınca da herkes “Bizde oynayalım” dedi. Bu yaşadığımız müthiş bir deneyim. O yüzden ekibin tamamı çok mutluyuz. Yaratıcılık gerçekten can sıkıntısıyla ilgili bir şey. Ben de kendimi biliyorum, başka türlü bugünler geçmezdi.

MEĞER GÜN 24 SAATMİŞ

Ev Yapımı gösterdi ki, bir oyuncu yanına ailesini ve teknik malzemeleri alırsa hem oyuncu, hem yönetmen, hem ışıkçı, hem sesçi, hem de görüntü yönetmeni olabiliyormuş. Şu anda içinde bulunduğumuz durum da her bireyi her şey olmaya zorlamıyor mu? Aslında insana ne kadar güçlü olduğunu ve her şeyi kendisinin yapabileceğini hatırlatmıyor mu?

Hakikaten tek başımıza yaşamayı öğrenmemiz lazım. Meğerse bizim ekip ne çok işe yarıyormuş. Yüzyılın öğretmeni korona. Çok büyük bir eğitim bu. Şimdi herkes yemek yapmayı, ekmek yapmayı, birlikte yemek yemeyi öğrendi. En büyük öğrendiğimiz şey ise bir gün 24 saatmiş. Evden çalışıyoruz, çocuklar evden okula gidiyor, evde bir sürü işi halledebiliyoruz. Şimdi asıl soru şu; biz neden böyle yaşamıyorduk? Sanayi toplumu bize öyle bir kazık atmış ki, mesai saati diye bir şey var. Bu çocuklar niye yıllardır sabah 6.00’da kalkıp okula gidiyordu? Asıl bunun hesabını sormak istiyorum. Bu, endüstri devrimi için yaratılmış bir dünya. Okullar anne ve babalar çalışsın diye var. Çocuğu okula bırak, işe git. Öğretmenlerimiz çocuk bakıcısı. Bence anne baba işe, çocuk okula gitsin durumu bitti. Game over. Bir daha hiçbir şirket normal mesaisine dönemez. Gerçekten gidip çalışmak zorunda olanlar da trafik derdi olmadan yaşayıp gidecek.

Peki, bu geçişten Türk televizyonları ve siz yapımcılar nasıl etkileneceksiniz?

Bizim sektörümüzü de etkiler. Ben şimdi yeni bir proje üzerinde çalışıyorum. Modern bir gelin kaynana projemiz vardı. Fakat bunu çekemeyeceğimizi düşünüyorum. Çünkü genç bir çift, karı-koca oynayacaklar. Onlar yatağa girmez. Ben oyuncu olsam ben de girmem. O projeyi rafa kaldırdık. Yine korona günlerini anlatan bir şey yapacağız. Çünkü hikayede salgın olunca çekmesi kolay oluyor. “Yaklaşma benim yanıma” diyor. Karakter de, oyuncu da “Yaklaşma benim yanıma” diyor. Düşünsene; kim dünyanın neresinde öpüşme sahnesi çekebilir artık? Ben oyuncuyum ve her sahneyi oynarım diyemeyecekler. Bu bizim sektörü tamamen değiştirecek.  Çünkü bizimki de kolektif bir çalışma, ekip çalışması. İnsanların bir araya gelmeleri gereken çok fazla durum var. Onlar devam edecek ama online tarafı çok gelişir işimizin. Mesela “Ev Yapımı”nda çekimler gibi post prodüksiyonda evlerden yapılıyor. Bu tarafını çok kullanacağız. Setler çok değişmez. Ama büyük prodüksiyon olan diziler nasıl başlar, 75-80 kişiyi bir yalıya, konağa girip nasıl çalışacak bilmiyorum.

BİR MÜDDET SİTCOM DEĞERLİ OLUR

Ben ekranda sitcom projelerinin artacağını düşünüyorum. Sitcom dizilerinin değeri anlaşılır mı?

Bir müddet sitcomlar değerli olur. Aslında sitcomlar hep değerliydi. Ama yurt dışına satamadıkları için kanallar yapmıyorlar. Çünkü gülmek yerel bir şey ama ağlamak evrensel. Dünyanın her yerinde insanlar aynı şeye ağlıyor ama aynı şeye gülmüyor. Bugün Türkiye’nin sektörünü belirleyen en önemli parametre ihracat. Kanallar komedi ihraç etseler zaten komedi yaptırırlar. Şu anda mecburiyetten komedi yapılacak. Herhalde ekonomik sıkıntılar olacak. Reklam pastası küçülecek. Bir müddet sitcomlar ve video işleri olur. Sonrasını ihracat belirler. Klasik anlamda diziler, klasik anlamda ihracat biter ama içerik bitmez. Şu an için öngörmek çok zor. Bence şu anda her şey yeniden hesaplanıyor. Bir kere eskisi gibi olamayız. Normale dönemeyiz, çünkü döndüğümüz şeyin adı yeni normal olacak. O yeni normali hiçbirimiz bilmiyoruz.

ASANSÖRSÜZ YAŞAMA ALIŞMALIYIZ

Gelecekle ilgili konferanslar veren birisin sen aynı zamanda... Bundan sonra bizi ne bekliyor?

Sabah kızıma da aynısını anlattım. Hatta Ev Yapımı’nın üçüncü bölümünde de şu anlattığım şeyler olacak. Bundan sonra hepimizin önünde, yanında, öbür yanında ve arkasında bir metre olacak. Bu şu demek; 2 metrekarede yaşayacağız. Asansöre, metroya sakınarak bineceğiz. Sinemaya gittiğimiz zaman yanımızdaki koltuk boş olmak zorunda. Kafeteryaya gittiğimizde yanımızdaki sandalye boş olmak zorunda. Yanımızdaki masa bizden 2 metre uzakta olacak. Biz bundan sonra böyle yaşayacağız. Peki, bu şehir bize yeter mi? Yetmez. Bence İstanbul’un nüfusu artık 46 milyon.

Nasıl yani?

O kalabalık otobüslere, metrolara, vapurlara kimler binecek? Tüm planlama yanındakiyle arana 2 metre mesafe koyma üzerine kurulacak. İstanbul bize yetmez artık. Ben uzun süre açık alanlarda oturulabilecek şehirlere göç olacağını düşünüyorum. Bu salgın hiçbir başka felakete benzemiyor. Öyle bir şey ki annene, çocuğuna da sarılamazsın. Bundan sonra okullar açılsa bile 5 gün olmayacak. Bu da bir geçiş dönemi. Sonra zaten okul olmayacak. Yakında gerçekten evden eğitimler olacak. Bence geleceğin yaşam biçimi mahalledir. Şehirden uzak, her şeyin olduğu Göktürk gibi bir yer düşün. İçinde her şey var. Çocuklar evde ders görüyor, teneffüslerde sokağa çıkıyor. Açık hava kafelerde oturuyorlar. Bir salgın olduğu anda mahallenin iki tane girişi var, kapatılıyor ve içeri kimse giremiyor. Bu salgınlar bitmeyecek. Biz artık salgınlara karşı ne yapacağımızı öğreneceğiz. Muhtarlık gibi salgın yönetimleri olacak. Bir salgın haberi geldiğinde hemen mahallenin girişinde önlemler başlayacak. Bence asansörsüz bir hayata alışmak gerekecek. Kimse artık Ataşehir’de oturamaz. Çok zor bir dönem bekliyor insanları.

HAYATTA KALANLAR ADAPTE OLABİLENLER

Bu anlattığın durumda karamsar olmamak elde değil!

Karamsar olmak için çok neden var. Eskiye dönmeyi istediğimiz için karamsar oluyoruz. Halbuki bunu tedavi etmenin yolu var. Adapte olmak. İnsanın en büyük özelliği adapte olabilmesi. Zaten hayatta kalanlar da güçlüler değil, adapte olabilenler. Ya adapte olacaksın ya da bekleyeceksin ve eskiye dönünce kaldığın yerden devam edeceksin. Ben adapte olmayı daha çok seviyorum. Bugün durumumuz neyse biz burada ne yapabiliriz? Bir ay sonra durumumuz ne olur ve o zaman ne yapabiliriz? Çocuklara da öğretilmesi gereken en önemli beceri adapte olma becerisi. Başka bir şeye ihtiyacı yok insanın. Öngöremeyiz ama adapte olmayı öğretebiliriz.

Reytinglerden memnun musun?

Ben reytinge çok kafayı takmış biriyim. Hayatımda ilk defa reytinglere sonradan baktım. Bu projede umurumda değil. Bu projenin ikinci bölümü bile umurumda değil. Ben bunun birincisini yaptım ya, hiç umurumda değil. Bence reyting daha iyi olabilirdi. Zaten haftaya daha iyi olacak. Bölüm kısaydı. Haftaya bölüm daha uzun olacak, önümüzde özet olacak. Kısa olursa rekabet edemiyor.

İZLESİNLER VE AYNISI YAPSINLAR

Şimdi Kalk Gidelim dizisi de evden çekilecekmiş. Bu akım diğer dizilere de sirayet edecektir...

Ben 27 dakikalık kamera arkamızda her şeyi anlattım. Bilgiyi saklamadık, paylaştık yani. İzlesinler ve birebir aynısını yapsınlar. Bu bir üslup. Buna da korona vesile oldu. Ben Rasim Öztekin’in evine ışıkçı gönderemem ama ışık gönderebilirim. Biz gerçekten her eve set kurduk, ışıklar yaptık. Çekimlerimizde iki şey kullandık; telefon ve fotoğraf makinası. Evlere ne gerekiyorsa verdik. Çünkü biz selfie çekmiyoruz. TRT 1’de ekrana çıkacaksın, onu cep telefonu ışığıyla yapamazsın.

Yorumlar (0)