"Erkekler gerçek kimliklerini bulacak"

Psikiyatrist Dr. Bahar Tezcan; “Zor, kaotik ve ürkütücü olan her şey insanın ilgisini çeker. İnsanların aksiyon, gerilim ve korku filmlerine olan düşkünlüğüne bakacak olursak, imkansız kabul edilen kaotik ilişkilerde yaşananlar da pek çok kişinin bu yönüne hitap ediyor.” diyor...

RÖPORTAJ 18.12.2020, 21:29 21.12.2020, 13:36
"Erkekler gerçek kimliklerini bulacak"

İlk kitabı "İmkansız İlişkilerden Mümkün İlişkilere" ile büyük bir okur kitlesine ulaşan Psikiyatrist Dr. Bahar Tezcan ile Küsurat Yayınları'ndan çıkan yeni kitabı "Terapi Odasında İyileşen İlişkiler" vasıtasıyla keyifli bir sohbete imza attık. Terapi odasının mahrem duvarlarının ardına psikyatri biliminin merceğinden bakacağımız keyifli bir yolculuğa hazır mısınız?

İkinci kitabınız "Terapi Odasında İyileşen İlişkiler" raflarda yerini aldı. Neler hissediyorsunuz?

Üreten ve ürününü sunan herkes gibi çok heyecanlıyım. Bazen bir paragraf bazen de bir kitap başka insanların dünyalarıyla buluşabilmeme olanak sağlıyor. Ne yazmış olursam olayım bu etkileşimlerle zihnimde yeni odalar açıldığını hissediyorum. Bunlar da bana terapi niteliğinde oluyor. 

İlk kitabınız İmkansız İlişkilerden Mümkün İlişkilere 11 baskıyla nitelikli bir okur kitlesine ulaşmış. İlişkilere dair bu kadar imkansız bir noktada olmamız mı insanların bu konuya ilgisini çekiyor?

İmkansız bir noktada olduğumuzu düşünmüyorum. İlişki kurma kapasitemiz geliştiğinden beri mümkün ve sağlıklı ilişkiler olduğu kadar imkansız ve sağlıksız ilişkiler de yaşandı. Benim niyetim, yolumuzun devamına mümkün ilişkilere dair, sağlıklı ve anlamlı referans noktaları döşeyebilmekti. Zor, kaotik ve ürkütücü olan her şey insanın ilgisini çeker. İnsanların aksiyon, gerilim ve korku filmlerine olan düşkünlüğüne bakacak olursak, imkansız kabul edilen kaotik ilişkilerde yaşananlar da pek çok kişinin bu yönüne hitap ediyor. Üstelik herkes bu alanda kendi hayatında da çözümsüz hissediyordu. Çözüm yolları öneren ve bize orada neler olduğunu anlatan bir kitap yazdığım için ayrıca ilgi çekti.

“Danışanlarımıza gizlilik borçluyuz”

Kitaplarınızda işlediğiniz vakaların hepsinin kurmaca olduğuna dair bir ibare bulunduruyorsunuz. Ancak vakalarınız ilhamını salt teorik bilgiden almıyor olsa gerek... 

Kurmacalar ilhamını hiçbir zaman sadece teorik bilgiden almaz. Kurmaca demek teorik alt yapıya, deneyimlerinizi, hayat görüşlerinizi, yaratıcılığınızı da katarak oluşturduğunuz şahsına münhasır hikayelerdir. Kurmaca yazmayı özellikle tercih ettim. Bir psikiyatrist bir psikoterapist olarak hastalarımın ve bana seans amaçlı başvuranların öykülerini ve kişisel bilgilerini kullanmayı etik bulmuyorum ve yasal olmadığını biliyorum. Onlara gizlilik borçluyuz. Aksi takdirde davranmak onları kişisel çıkarlar ve ticari amaçlı kullanmak olur ki bu çok saygısızca.

Dünyada uzun zamandır vardı ancak, yakın dönemde ülkemizde de psikiyatri bilimi dizilerin ve filmlerin konusu olmaya başladı. Siz bu konuya nasıl yaklaşıyorsunuz?

Psikiyatri biliminin ve psikoterapinin işlevini ve yararlılığını anlatabilmek adına, dizilere ve filmlere konu olmasının yaygınlaşması çok faydalı. Dünya sinemalarında uzun zamandır kullanılıyordu zaten. Ancak oralarda senaristler karakterleri oluştururken bir profesyonelden danışmanlık alıyorlar. Dolayısıyla bize ulaşan çok daha düzgün bir yapıt oluyor. Ülkemizde danışmanla çalışmak maalesef yaygın değil. Dolayısıyla aynı dizide kişi bazen psikolog bazen psikiyatrist oluyor, bir terapide yapılmaması gereken ne varsa sahneye ekleniyor ki bu senaryoya hizmet etmediği halde. Örneğin doğru terapiyi anlatmak isteyen dizilerde öğütler veren, yargılayan, önerilerde bulunan, hastasına sarılan veya özel ilişkiler kuran terapistleri izliyoruz. Oysa terapi böyle bir şey değildir. Bu ancak bir terapist nasıl olmaz adına bir film yapılacaksa kullanılabilir. Mesela karakter yanlış bir tedavi neticesinde olaylar yaşayacaksa eklenebilir. Amacınız karakteri terapi ile geliştirmekse bu hataları yapmamak gerekir. Senaryoya hizmet edecekse eğer elbette etik dışı çalışan bir terapist yazabilirsiniz ama bunu bilmek için önce doğru terapi yöntemlerini iyi araştırmış veya danışmış bir senarist olmalısınız.

Kırmızı Oda, keza Masumlar Apartmanı dizileri yayınlandıkları günlerde reytingin tepesinden inmiyor. Gördük ki Türk izleyicisinin psikolojik dizilere büyük ilgisi varmış. Bu ilginin sebebini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Psikoterapistlerin ve terapi seanslarının olduğu diziler ve filmler sinemanın icadından beri sahnelerde yer aldı. Çünkü tüm insanlar ruhsal dünyanın bilinmezlerini ve kendi iç dünyalarını keşfetmeye, en az bedenlerini keşfe ilgi duydukları kadar meraklı ve öğrenmeye açtı. Kendisinin ve başka insanların ruhsal dünyasını anlamlandıran bir insan ancak yaşamın nasıl bir anlamı olduğu hakkında fikir sahibi olabilirdi. Terapi sahneleri bize kendimizle ilgili doğru soruları sormayı, hayatımızda olanları yorumlamayı, çocukluk yaşantılarının önemini, duygularımız hakkında ve olan bitenlerle ilgili konuşabilmeyi öğretebilir. Ruhsal sorunların varlığının kabulunü ama bir tedavi süreciyle düzeleceğinin iyimserliğini sunabilir. Ya da insan ruhuna dair türlü karanlık yapıları göstererek başkalarını tanımaya çalışmamızda yol gösterici olabilir. Tüm bunlar ve daha pek çok nedenle ruhsal tedavilere ve psikoterapistlere ilgi hiç bitmeyecek.

Kırmızı Oda bir yandan da tepki gördü. Az önce sizinde belirttiğiniz gibi hastasına sarılması, özel bir bağ kurması sebebiyle Binnur Kaya'nın hayat verdiği karakterin gerçeği yansıtmadığı, danışanına karşı yaklaşımın yanlış olduğu ve bunun da izleyici için yanıltıcı olduğu yönünde eleştirildi. Siz ne dersiniz bu konuda?

Bahsettiğiniz dizileri takip etmiyorum. Ama bir psikiyatrist olmamın yanı sıra Sinema ve Televizyon Yüksek Lisansı yapan ve senaryo tekniği bilen biri olarak size bu konuda genel birkaç şey söyleyebilirim. Gerçeği yansıtmayan sahneleri senaristin senaryoya ekleme sebebi hikayede böyle bir kurgu yaratmaksa kullanımı doğrudur. Ancak bir psikoterapi nasıl yapılır, buna dair doğru izlenim vermek istiyorsa elbette gerçek dışı replikler ve davranışlar yazılması yanlış olur. Yani amaç hikayeye ne hizmet ediyorsa onu kullanmamızdır. Psikoterapi özel bir tekniktir, dertleşme ve sohbet ortamı değildir. Hastayla aramızda belli sınırlar ve etik değerler vardır. Örneğin gerçeği yansıtan sahnelerde bunlar gözetilmelidir.

Bu konuda mutlaka izlenmeli dediğiniz dizi ve filmler var mı?

Örneğin In Treatment terapi dilinin çok doğru kullanıldığı bir dizidir. Yine terapistin güçlü varlığını işleyen veya psikolojik dinamikleri ile ön plana çıkan başka yapımlar olarak; Ordinary People, 21 Gram, Natural Born Killers, To the Bone, Gaslight, Sopranos, La Stanza Del Figlio, City of God, Elephant, Trainspotting, Dead Poets Society, Antwone Fisher, Şahsiyet, Anayurt Oteli’ni önerebilirim.

Adem ile Havva’dan bu yana tartışırız kadın-erkek ilişkilerini. Her iki taraf da birbirine sorumluluk yüklüyor ilişki dediğimiz denklemde ve sanırım imkansız ilişkiler dediğimiz de tam da bu noktada sağlıklı iletişim kurulamadığında ortaya çıkıyor. Sizce mümkün ilişki ulaşılması imkansız bir nosyon mu bu dönemde?

Mümkün ilişkiler her dönemde var oldu, şimdi de var ve gelecekte de var olacaktır. Kişilerin kendi bireysel süreçlerinde güvenli bağlanmayı deneyimliyor olması iki insanı birbiriyle de mümkün kılar. Her iki tarafın birbirine sorumluluk yüklemesi değil de sorumluluk hissetmesi ise zaten olması gereken bir durumdur. Bu bir başka insanın ihtiyaçlarını anlamak ve gidermek demektir ki ilişkinin temeli budur. İmkansız ilişki taraflardan birinin bu süreçleri sağlayamaması, kasıtlı olarak ya da olmadan zarar vermesi, patolojik yönlerini inkar edip iyileşme yoluna gitmemesi ile oluşur.

Toplumumuzda genellikle erkeklerin terapiye gitme, yardım alma gibi konularda tabuları olduğunu görüyoruz. Sizce de böyle mi, erkekler yardım isterken daha mı çekingen?

Kültürel ve toplumsal dayatmalar erkeği duygularından utanmaya, iç dünyalarını saklamaya şartlandırdı uzun yıllar. Bu kodlamalar neyse ki artık bozuluyor ve erkekler de artık kadınlar kadar terapi odalarını ziyaret ediyor. Özellikle de ilişkilerin sadece kadınların meselesi olmadığını tüm insanlığın ortak mevzusu olduğunu kavramış durumdalar. Bu nedenle ikinci kitabımda erkek dünyasına da oldukça yer verdim.

Erkekliğin Görkemli Yaraları adlı vakanızda, toplumun erkekleri onlara dayattığı kadim “erkek olma” geleneğiyle ezdiğini, kim olmalarını bulmakta engel teşkil ettiğini söylüyorsunuz. Sizce bunları aşmak ne zaman mümkün olacak erkekler için?

Söylediğim gibi günümüzde ve bundan sonrasında tabuların pek çoğu erkekler lehine kırılacak. Duygularla yaşamak erkek olmayı indirgeyen bir süreç gibi kabul edilmeyecek ki tam aksine bu çok daha cesur bir duruştur. Dolayısıyla erkekler toplumun onlara dayattığı rollere sıkışmak yerine gerçek kimliklerini bulacak ve hatta yaşadığımız dönem de bunu doğrulayıcı nitelikte. Bu açıdan bakarsak ilişkiler gelecek adına daha ümit vaat edici duruyor.

Hepimizin belki bizzat yaşadığı ya da çevresinde şahit olduğu bir konudur aldatma. Sizce insan neden aldatır?

Her aldatma hikayesi kendi içinde pek çok sebep ve detay barındırır. Özünde ise aldatma, kişinin yaşadığı çatışmaların çözümlerini kendi içinde veya partneri dışında başka kişilerde aramasından geçer. Bu tam olarak cevapları yanlış adreste aramaktır. Sorunu oluşturanlar her kimse çözümü bulacaklar da kendilerinden başkası olamaz. Bu durumda sadakat tam olarak bir niyet ve çözümü sorun çıktığı yerde arama meselesidir.

Yaklaşık 8 aydır, tüm dünyayla birlikte biz de bir karantina süreci yaşadık ve hala da yaşıyoruz... Dünyada da ülkemizde de bu süreçte boşanma oranlarının anlamlı düzeyde yükseldiğine dair haberler okuduk. Sizin bu konuda fikirleriniz neler?

Zaten sorunlu devam eden ve boşanmaya yüz tutmuş ilişkiler bu dönemde stresörlere dayanamadı ve koptu. Bahaneler değişebilir. Bugün pandemi yarın başka bir durum. İlişkiniz her hangi bir sarsıntıya dayanamayacak düzeyde zayıfladıysa ayrılığınızın tetikleyicisi değişir. Yoksa sağlam bir ilişkiyi hangi fırtına dağıtabilir ki?

Pandemi hepimizi sokaklarda maskesiz yürüyemeyen, en yakınlarına bile sarılmaktan imtina eden bir hale getirdi ama insan sosyal bir varlık. Sizce uzun vadede bu koşullar ruh sağlığımızı etkileyecek mi?

Tam bir sosyal izolasyonda yaşıyor olsaydık elbette yalnızlaşma hepimizi derinden ve olumsuz etkilerdi. Ancak mevcut durumumuzda iki metre mesafe ile de olsa, maskeli de olsa, telefonla ya da internet bağlantısı ile de olsa bir şekilde iletişim kurabiliyoruz ve insan sosyal olduğu kadar adapte olabilen de bir varlık. Mağdur ve kurban hissetmek yerine önlemleri alarak insan temasını kesmemek ve mümkün olduğu kadar iletişimde kalmak bizim elimizde. Sonuçta ne mutlu ki tek kişilik bir hücreye kapatılmadık ve özgürüz. İnsan isterse her zorlu şartı yaratıcılığını kullanarak aşabilir.

“Her zorluk, öğretileri ve hediyeleri ile birlikte gelir”

Bu dönemde ruh sağlığımızı korumak, gereksiz kaygı ve panikten uzak durmak için neler yapmalıyız?

Bu dönem, yaşama dair bildiklerimizi ters yüz eden ve insana kendi sınırlı doğasını ve çaresizliğini hissettiren çok özel bir dönem. Dolayısıyla kaygı duymak doğal ama pes etmek doğal değil. Önlem almak ve doğruyu yapmanın iç rahatlatıcı etkisinden faydalanmak, en kötü olasılıkları düşünmek yerine duruma daha gerçekci bir açıdan bakmak, kaygının doğal bir duygu olduğunu bilip kaygılanmaktan korkmamak ancak yönetemediğiniz kaygı ve panik ataklar yaşadığınızda da muhakkak bir uzmandan yardım almak çözümcül olabilir. Yaşamsal rutinlerimizi mümkün olduğu kadar korurken de tüm bu süreçten bir anlam ve hayat felsefesi üretebiliriz. Sonuçta her zorluk, öğretileri ve hediyeleri ile birlikte gelir.

Yorumlar (0)