Para sadece onu talep edene gelir

“Para beni sevmiyor, para bitti, para elimin kiridir, para bana gelmez, para sadece zenginlere gider, parayı konuşmak ayıptır...” Paraya dair kötü sözler yazmakla bitmez. Hal böyle olunca Para Koçu Selcan Bilgin’e “Para bize nasıl gelir?” diye sordum. “Para onu gerçekten talep edene gelir” cevabını verdi.

RÖPORTAJ 24.05.2020, 01:39 28.05.2020, 09:26
Para sadece onu talep edene gelir

Hayatı boyunca matematik öğretmeni olmak istemiş Selcan Bilgin. Ve öyle de olmuş. Bir dershanede çalışmaya karar vermiş ve onu da gerçekleştirmiş. Ardından da dikkat eksikliği, hiperaktivite ve otizmli çocuklar için bir etüt merkezi açmış. Çünkü ne istediğine odaklanınca onu gerçekleştirebileceğini daha çocukken ailesinden öğrenmiş. Hayatı boyunca enerjiyi takip etmeyi ve parayı konuşmayı çok sevmiş. Bu alanda da yüzlerce eğitime katılmış. Etüt merkezini bir süreliğine kapatınca hayat amacını aramaya başlamış ve yapmayı en sevdiği şeyden para kazanmaya karar vermiş. Parayı konuşmak, parayı anlatmak, parayı sevmeyi öğretmek... İşte benim de paraya “Seninle aramızdaki sorun ne? Neden bana geliyorsun ama aynı hızla gidiyorsun?” diye sormaya başladığım bir an Instagram’da karşıma @paraninsifresi hesabı çıktı. Normalde böyle hesapları anında geçerim ama enerjiyi takip ettim ve kendimi “Para Koçu” Selcan Bilgin’in Para Kampı adını verdiği 30 günlük bir serüvenin içinde buldum. Madem parayı öğrenmeye başladım, öyleyse size de bir katkım olsun istedim ve koronavirüs nedeniyle 70 gündür evlerde olan, gelecek kaygısı yaşayan, paranın kaçtığına inanan bizler için Para Koçu Selcan Bilgin’le parayı ve onun bize nasıl geleceğini konuştum.

Selcan, Türk insanı paraya bir sorun olarak bakıyor. “Para bütün kötülüklerin anası” deniyor. Şarkısı bile var: “Varlığı bir dert, yokluğu yara.” Peki, gerçekte para nedir?

Ben bir eğitime başlarken katılımcılara ilk “Para sizin için nedir?” diye soruyorum. Kimi “Para güç”, bazısı “para sağlık”, kimisi “Para gezmek” derken bir kısımda “Para yemek yemek” cevabını veriyor. Herkesin parayı kafasında oturttuğu bir yer var. Paranın yapılan en son tanımı; para bir enerjidir. Bunu ilk başta idrak edemiyoruz. “Ne demek para bir enerji?” diyoruz. Yani neyi düşünüyorsak daha hızlı başımıza geliyor. Hatta kötü düşündüğümüz şeyler hayatımıza daha hızlı tezahür ediyor.

Kötü düşündüğümüzde çok hızlı oluyor

Neden?

Örneğin; “Arabaya binersem, kaza yaparım” diye düşündüğümüzde mimiklerimiz değişiyor. Omuzlarımız düşüyor. Yani onun hissini yaşıyoruz. Evrenin aslında bir dili yok. Evren, biz neyi hissedersek ve neyi düşünürsek onu veriyor. Selcan’a ben 10 lira, Oya’ya 20 lira vereyim ama Ahmet’e de 5 lira vereyim demiyor. Kim neyi, ne kadar talep ederse o kadar veriyor. Aslında burada geleceğimiz diğer nokta ne? Talep etmeyi bilmiyoruz biz ya da edersek kötü olacağını düşünüyoruz. Talep edersem ayıp olur. “Para istemek arsızlık mıdır?” gibi bir sürü düşünce var. Burada geldiğimiz nokta çekim yasası. Neden kötü düşündüğümüz şeyler bu kadara hızlı oluyor. Çünkü iyi bir şey düşündüğümüzde olacağına çok inanmıyoruz. Hep sihir diyoruz ya; aslında bir şeyi düşündüğümüzde onun olabileceğine inanmak bir sihir.

Parayı sevmek kötü bir şey olarak öğretiliyor bize. Parayı kendimize çekmek için onu sevmeli miyiz?

Ben çok seviyorum parayı. Benim 30 gün para üzerine çalıştığım bir planım var. Hatta Para Kampı 8 bugün başlıyor. Burada ilk öğrettiğim şey; paranın bir enerji olduğu ve parayı nasıl seveceğimiz... Para kesinlikle sevilir. Ama bize nasıl öğretiliyor? Para kirlidir, yemek masasında para konuşulmaz, para istemek ayıptır. Kişi bu bilgilerle büyüyor ve 50 yaşına geliyor. Kodlarına çalışıyoruz. Çıkan sonuç; fazla para istenmez. Para istemek ayıptır. Bizim 6-7 yaşlarında verdiğimiz kararlarla yaşıyoruz. İç benliğimiz orada bir karar alıp orada kalıyor. Aslında psikologlar hep derler ya; çocukluğunuza inelim. Bunu geyik haline getirmeyelim. Bütün cevaplar çocukluğumuzda... Parayı sevmemiz aslında oralarda öğretiliyor. Paraya şöyle bakmamız lazım. Çok paranız olduğunda ne yaparsınız?

Bütüne katkı olacak bir şey yapın

Çok paran olursa ne yaparsın? Ev alırım, araba alırım...

Dünyayı gezerim. Bak şu an çok para var ama dünyayı gezemiyorsun. Her şeyi zamanında ve anında yapmak ne kadar keyifli. Önemli olan listenin çoğalması ve bütüne katkı olacak bir şey yapması.

Bütüne katkı olacak bir şey ne demek?

Parayı öyle talep etmeliyiz ki, çok param olsun sokak hayvanları için her yere kulübeler yapayım. Her gün dronlar gezsin ve o kulübelere mamalar bıraksın. Çok paran var ve böyle bir sistem kuruyorsun. Bu bütüne bir katkı... Ben matematik bölümü mezunuyum. Diğer alanım; dikkat eksikliği, hiperaktivite ve otizmle ilgili çalışıyorum. Burada benim istediğim Türkiye’de bu tarz vakıf okulları kurmak. Para üzerinde çalışırken şu hedefle çalışmıyorum. “Aa bir evim var, bir yazlık alayım. Arabam var, daha üst model bir araba alayım. Tatile 7 gün gidiyorum artık 2 ay gideyim” gibi bir çalışma değil. Çünkü bunları istersem sadece bu kadar yaratırım. Bunların ötesinde topluma ve bütüne katkı olacak bir şeyi seçtiğiniz an, evrenin tüm molekülleri size katkı olmaya başlıyor.

Yattığın yerden para kazanacaksın

Ben buna şahit oldum. Yapmak istediğim bir şeyi kendim için seçerken, sen bunu bütüne katkı olması için istemem gerektiğini öğrettiğinde olma hızı inanılmazdı.

Her şeyin molekülü var. Bu anlattığım şeylere bazı kişiler “Ufff” diyor. Aslında "uff" gelen yer egomuz. Çocukluluğumuza indiğimizde, düşündüğümüz her şeyin ne kadar hızlı olduğunu, o istediğimiz her şeyi nasıl elde ettiğimizi hatırlarsak şu anda da aynısını yapabiliriz. Büyüdükçe ve geliştikçe şöyle zannediyoruz: Bir şeyler çok zor olmalı, bir şeylere ulaşmak için çok farklı konumlarda olmak gerekiyor.

Bir de zor olana bağımlı bir toplumuz. Her şey zor olursa kıymetli oluyor...

Türkiye’nin en büyük kodlarından biri “Çok çalışırsak para kazanırız. Zor olmalı.” Paranın yedi tane adımı var. Evet, bir yerde çok çalışmalıyız. Başka bir yerde biraz daha az çalışıp aynı para kazanılacak. Bir yerde de yattığın yerden para kazanacaksın. Yani pasif gelirin olacak.

Kulağıma çok hoş geldi. Yattığın yerden para kazanmak. Bu nasıl mümkün?

İstediğimiz şu; 10 tane olumlama yapayım, bolluk bereket meditasyonuna gideyim, eve bir tane bereket mumu alayım ve her yer parayla dolsun. Böyle bir şey gerçekten yok. Para üzerine çalışıyorsak; önce parayı çok sevmemiz, parayı talep etmemiz, parayı istememiz sonra fizibilitesi devreye giriyor. Önemli olan gerçekten parayı sevmek ve o kodlarımızla karşılaşmak.

Paranın dili herkes içi farklı

Kredi kartımızla alışveriş yapıyoruz ya da faturalarımız geliyor. Ödemeleri mutsuzlukla yapıyoruz. Neden cebimizden para çıkarken bu kadar söyleniyoruz?

Paranın dili tam da bu. Tatile gidiyorsun, güneşleniyorsun, yiyorsun, içiyorsun ve her şey çok güzel. Sonra o kredi kartına yaptırdığın altı ay taksiti kızgınlıkla, söylenerek ödüyorsun. Parayı çok sevdiğin bir kişi olarak düşün. O zaman para sana gelir mi? Gelmez. Kredi kartı kullanmakta çok doğru değil. Çünkü kredi kartı harcamalarını ödeyen kişilerin çoğu söylene söylene ödüyor. Zaten kredi kartı kullandığın an bir bankaya karşı borçlu duruma düşüyor. O yüzden ben hep "Kredi kartı kullanmayın" diyorum. İstiyorsanız dursun kartınız. Ama bu süreçte kullanabiliyorsan nakit kullan. Alacağınız ürün 12 aya bölünebilecek buzdolabı, mobilya gibi büyük alımlarsa yapabilirsiniz. Ama tatil, kahve, kıyafet, yemek... Bunlar için kredi kartı kullandığında 6 kat şuursuzca harcandığını yapılan çalışmalar gösteriyor. Yani para kartında ya da nakit paran olduğunda o an ödüyorsun. Kredi kartıyla nasıl olsa bir ay sonra ödeyeceğim mantığıyla alışveriş yapıyorsun. Geldiğinde kızgınlıkla ödüyorsun. O kızgınlık enerjisi tüm evrende dolaşıyor ve sana kızgınlık olarak geri geliyor. Burada aslında para üzerinde çalışacaksa kişiler ilk önce “Ben para gelince ne düşünüyorum, parayı harcarken düşünüyor muyum, para bana geldiğinde ne hissediyorum, gerçekten parayı seviyor muyum, kredi kartı kullandığımda ne hissediyorum, nakit kullandığımda ne hissediyorum?” sorularını sormalı. Buralardan paraya bakıldığında paranın dili herkes için farklı. Buna para haritası diyoruz. Çocuklukta aldığımız tutumlarımız, tavırlarımız hepsi değiştiriyor aslında. Bunların hepsini birleştirince paranın dili ortaya çıkıyor. Parayı sevgiyle birine ödediğinizde size sevgiyle ödeyen kişiler geliyor. Parayı sevgiyle ödemeliyiz. Biz bir taksiye bindik ve para ödedik. O taksici gidiyor çocuğuna çanta alıyor, kirasını ödüyor, ekmek alıyor. Fırıncı kirasını ödüyor. Kirasını ödediği mülk sahibi faturasını ödüyor. Buradan baktığınızda ödediğiniz her para size tekrar gelecek. Önemli olan kıtlık bilincini bitirmemiz. Para sonsuz ve biz ne kadar talep edersek, biz ne kadar istersek bize gelecek.

Tüm insanlıkta şöyle bir çelişki var: Kaynaklar bitmiş, hiçbirimize para kalmayacak. 

Bu gerçek mi? 2.5 aydır evdeyiz. Para herkesin cebinde bir yerlerde duruyor. Aldık biz bu paraları yaktık mı? Kimi dolara çevirdi, kimi altına yatırdı, kimi yapacaklarını erteledi. Para bir yerde duruyor yine. Önemli olan parayı hareket ettirmek ve doğru yerde, doğru şekilde kullanmak ve talep etmek. Yeni fikirler üretmek. Zenginlerin en önemli özelliği budur. Şu an zenginler daha da zengin olacak. Zengin düşünmeyenler daha aşağıya çekilecek.

Soru sorarak zengin düşünülür

Nasıl zengin düşünülür?

Soru sorarak ve üreterek. Soru sorduğumuzsa beynimizde hipofiz bezini çalıştırıyoruz. Örneğin, ben işime ne katabilirim? Çok basit bir soru. Biz ilkokuldan beri şıklı sistemle eğitim gördük. Şıklı sistemde altında a, b, c, d seçenekleri var. Soru varsa şık var. Soru sorduğumuz an evrendeki tüm olasılıkları harekete geçiyoruz. Nasıl? Algımıza yeni fikirler gelmeye başlıyor. Evren diyor ki; Selcan işini büyütmeye karar verdi ve bunu nasıl yapabilirim? Karşına birinin reklamını çıkarıyor, bir proje çıkarıyor, dünyadaki bir ürünü görüyorum. “Aa ben bunu Türkiye’ye getiremez miyim?” diyorum ya da işte A firmasını görüyorum “Ben de bunu yapabilir miyim?” deyip soru soruyorum. Şu yaşadığımız süreçte en kolay soru; koronavirüs sürecini kendi hediyeme nasıl dönüştürebilirim? Evrene verdiğin direk mesaj şu; ben böyle bir süreç yaşıyorum. Ama hediyesini görmeyi seçiyorum. İşime bunun nasıl katkısı olabilir? Zenginler işte tam da böyle düşünüyorlar. Sürekli kriz anlarını fırsata döndürüyorlar. Sürekli soru soruyorlar. Sürekli yenilik yapıyorlar. Sürekli üretiyorlar. Gerektiğinde tabii ki yardımlar yapıyorlar. Parayı böyle istemek lazım. İnsanın tek gayesi ev, araba oluyorsa onu elde edince oturur. Kıtlık bilincinde olan, sıradan düşünen insanlar parayı harcadığında biteceğini düşünüyor. O yüzden kimseye yardım yapmıyor, parayı harcarken de keyif almıyor. Bizler sormaktan korkuyoruz. Korkmayın, soru sorun ve bırakın.

Aslında öyle bir noktaya geldik ki, toplum olarak umut etmekten de korkuyoruz. Konuştuğumuz şeyler çok güzel ve buna tutunanlar var. Bir de buna inanmamayı seçenler var. Çünkü yine olmayacak diye korkuyorlar.

Bir şeyle ilgili “olmadı” dediğimiz an en başa gidiyorsunuz. Mesela bir eğitime gidiyor biri ve bana anlatıyor: “Bir eğitime gittim, hiç işe yaramadı. Hiçbir şey öğrenmedim. Hiçbir şey olmadı.” Diyorum ki; “Gerçekten olmaması imkânsız. Soru sorun. Bu eğitimin bana hediyesi ne? Diyelim ki, eğitmenden hiçbir şey öğrenmediniz. Ama orada tanıştığınız bir kişi sizinle irtibata geçer ya da size öyle bir fikir vermiştir ki, sizin 5 yıl, 10 yıl öncenizi yaratır.” Aslında biz sormaktan korkuyoruz. Çünkü cevabının gelmesinden ve harekete geçmekten de korkuyoruz.

Portakal ağacı dikip mandalina çıkmasına gönüllü müsün?

Bu süreçte dünya durdu ve hepimiz evlerimize kapandık. Ama faturalar, kiralar, krediler durmadı, yoluna devam etti. Borç gitgide artarken korkuyoruz. Sürekli suratımız asık, kaygı üretiyoruz. Bu da bizim için bir ödül olabilir mi?

Burada gerçekten önemli olan izin vermek. Bu yine birçok okuyucuya saçma gelecektir. “Benim işim kapanmış, borçlarımı ödeyemiyorum, kirayı ödeyemedim, siz ne konuşuyorsunuz?” diyecekler ama burada izin vermek önemli. İşiniz için portakal ağacı dikip mandalina ağacı çıkmasına gönüllü müsünüz? Biz belli bir işe giriyoruz. Bir bölümden mezun oluyoruz. Ve oraya takılıp kalıyoruz. “Ben bunu okudum ve bunu yapmam gerekiyor. Ben bunun dışında bir şey yapamam” diyoruz. Ya işimizi değiştirmeye, dönüştürmeye gönüllü olsak? İşte o zaman iş bizim cebimizde kalıyor. Onun üzerine bir tık bir şey ekliyoruz. Belki tamamen yıkıp yeniden bir şey yaratıyoruz. Ama ısrarla bu olsun, bu olsun dersek yan tarafta bir sürü fırsatlar gelip giderken onu unutuyoruz.

Bu süreçte hepimiz evlerdeyken nasıl kazanan bakış açısına geçebiliriz?

Akşama kadar evde oturup televizyon izleyip, lanet edip, söylenerek bir şey kazanamayız. Herkesin canı sıkkın, herkes farklı bir şekilde yara aldı. O nedenle “Bunun bana hediyesi nedir, şu an farklı ne yapabilirim, dünyanın ihtiyacı olan neyi görebilirim, insanların ihtiyacı olan ne yapabilirim, farklı ne yapabilirim?” diye sorabiliriz. Bir şekilde sistem devam edecek. Ya hep birlikte yok olacağız ya da devam edecek. Önemli olan nerede duracağımız. Bu da enerjimiz, frekansımız, düşüncemiz ve üretkenliğimizle değişecek.

Olmadıysa olacaktır

Bahsettiğin şey aslında farkındalık duygusu. Sadece zamana takıldığımız için mi kaybediyoruz acaba?

İnsanlar bir hedef koyuyor ve bu olmadığında o şeyi yanlış kılıyor. Dua ediyor, olmuyor. "Dua ettim, kabul olmadı. Allah beni sevmiyor" diyor. Öyle bir şey olabilir mi? Sen bu dünyaya gelmişsin, muhteşem bir varlıksın. Sadece oraya süre koyduğun için olmuyor. Ya senin istediğin şeyin gerçekleşmesi için tüm evrende birçok şey değişiyorsa? Bunun olması için bazen 5 gün, bir hafta, bir ay, bir yıl, 10 yıl sürebilir. Önemli olan burada kendinizden uzaklaşmadan yanlış kılmamak ve hatalı kılmamak. Bilmememiz gereken bir şey var; olmadıysa olacaktır. Bir şey aklımıza geliyorsa gerçekten olacağı için aklımıza geliyordur.

Hepsi ilginç bakış açısı

"Şu saatler arasında dua edersen olur, yılın en şanslı gününü kaçırmayın, evinde şu baharatı bulundurursan bolluk bereket seni bulur, mor renk cüzdan para getirir..." Bu liste uzar gider. Ritüellere tutunmuş bir hal,miz var ve bir umut hepsini deniyoruz. Bu tip inançlar bize gerçekten para getirir mi?

Bu şeylerin bazılarını ben de yaptım. Ama bir yerde şeyi fark ettim; bunların hepsi ilginç bakış açısı... Mesela ben en sevdiğim bir renk olan moru cüzdanda kullanıyorum ve bana o dönemde para geliyor. Sana "Oya bu mor renk cüzdan bolluk bereket getiriyor" diyorum. Sen de hemen alıyorsun ama mor renkten nefret ediyorsun. O cüzdana bakmak, dokunmak istemiyorsun. Dokunmadığım cüzdana bolluk bereket gelir mi? Gelmez. Olaya buradan böyle bakmak gerekiyor. Paranın geleceği yer bizim olduğumuz sonsuz enerji. Para sadece talep edene gelir. Bakıyor, Oya ne kadar talep ediyor? İnternet sitesi kuracak, kendi medyasını yaratacak, filmler, diziler yapacak kadar isterken, diğeri borçlarını ödeyecek kadar istiyor. Evren aslında böyle çalışıyor. Cüzdanın rengiyle, senin kapının yanın koyduğun tütsüyle, ocağın yanına koyduğun kumbarayla bence çalışmıyor. Önemli olan kendinize bir obje seçtiyseniz onu gördüğünüzde beyninizde para enerjisini aktif edebilmek. Paranın enerjisinin farkına varabilmek.

Benim anladığım; biz aslında paraya âşık olduğumuz sevgili gibi davranırsak ve onun için süslenip, onunla flört edersek bize koşa koşa gelir...

Çok güzel örnek! Paranın enerjisi de aynen böyle.

Son olarak Para Kampı 8 bugün başlıyor. Nedir bu kamp?

Neredeyse tüm hayatımızı para kazanmak üzere geçiriyoruz. Ama para ile ilgili hiç eğitim almıyoruz. Para Kampı 30 gün sürüyor. Whatsapp grubu üzerinden her gün ben belirli içerikler paylaşıyorum. Bu kampta para haritaları ortaya çıkıyor, egzersizler ve ödevler yapılıyor. İnsanlar para üzerinde çalıştıkça paraları daha kolay aldıklarını, ne zamandır satmaya çalıştıkları şeyleri daha kolay sattıklarını, müşterilerinin arttığını, konfor alanından çıktıklarını, daha görünür olduklarını, ilişkilerinin düzenlendiği, yargılarının azaldığı paylaşıyorlar. Para üzerinde çalışmamız gereken en büyük şey. 

Yorumlar (0)