"Şok edici bir dünyayı seyirciye sunduk"

RÖPORTAJ 09.11.2020, 16:33 11.11.2020, 08:54
"Şok edici bir dünyayı seyirciye sunduk"

Bir kısa film düşünün ki, kışkırtıcı, iç gıcıklayıcı, eleştiri oklarına hedef olacak gerçeklik ve sertlikte, çeşitli siyasi, estetik, sanatsal duruş ve bakış açılarına aldırmadan şok edici bir dünyayı seyirciye sunsun... Reşit Berker Enhoş, 10. DROP Uluslararası Rusya Korku Filmleri Festivali'nde kendisine "Oyunculuk Ödülü"nü getiren "Men Dakka Dukka/Nemesisters" filmini tam da böyle tanımlıyor... "Men Dakka Dukka/Nemesisters" yaşanmış bir acıdan hareketle çekilmiş bir öç alma hikayesi. İzleyen için "çok beğenmek" ve "nefret etmek" gibi iki seçenek sunan, griye izin vermeyen bir yapım. Gülsüm Güler Özen'in yönettiği, Seyhan Arman, Burcu Eken ve Reşit Berker Enhoş'un başrollerini paylaştığı Men Dakka Dukka, Türkiye’de ilk gösterimini Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde yaptı. İzmir Kısa Film Festivali’nde gösterildi ve İstanbul’da ilki düzenlenen Kadın Yönetmenler Film Festivali’nde finalist olarak yer aldı. Öte yandan özellikle yurt dışı festivallerinden büyük ilgi gördü ve halen de görüyor... Biz de Reşit Berker Enhoş'la aramızdaki uzak mesafeye rağmen keyifli bir sohbet gerçekleştirdik; filmi ve çok daha fazlasını konuştuk...

"Men Dakka Dukka/Nemesisters" filmindeki rolünüzle 10. DROP Uluslararası Rusya Korku Filmleri Festivali'nde Oyunculuk Ödülü'ne layık görüldünüz, öncelikle tebrikler... Ve hatta şu an Rusya'dasınız, nasıl hissediyorsunuz?

Öncelikle ben de size teşekkür ederim. Pandemi döneminde böyle bir festival düzenlenmiş olması ve hem de yurt dışında ödüle layık görülmek paha biçilemez ve çok anlamlı. Verilen ödül kariyerimdeki şu ana kadar yapmış olduğum işlere genel bir takdir ve teşekkür anlamını da taşıyor. Oyunculuk haricinde profesyonel turist rehberliği de yapmış ve halen turizmin içinde birisi olarak 16 yıl sonra Moskova’ya bu sefer festivalle geliyor olmak ve bir ödülle dönmek çok duygusal anlar yaşamama sebep oldu açıkçası. Çok mutluyum. Hatta bu yüzden seyahatimi biraz uzattım. Stanislavski, Çehov, Mayakovski, Tarkovski, Dostoyevski, Tolstoy, Çaykovski ve daha nicelerinin eşsiz kültür, tarih ve sanat mirasına sahip bu ülkedeki etkinlikleri imkanım varken takip etmek istedim. Ayrıca seyahat etmek yeni yerler, insanlar, kültürler ve karakterler tanımak oyunculukla iç içe geçmesine çalıştığım hayattaki en önemli tutkum diyebilirim.

Bu "Men Dakka Dukka/Nemesisters"nın ilk yurt dışı festivali değil, Türkiye, İngiltere, Hollanda, Portekiz, Avustralya ve Rusya'dan sonra sırada hangi festivaller var?

Evet doğru. Bundan sonra Kolombiya Bogocine ve Hindistan’da TMF festivallerinde özel seçki ve İtalya’da Corte a Ponti yarışma bölümlerinde olacağız.

Filmin bu denli ses getireceğini bekliyor muydunuz?

Biz bu kısa filmi 2019 Nisan ayında tamamladık. İlk sene Türkiye’de ve yurt dışında çok az festivalde gösterimi yapılabildi. Bu sene özellikle yurt dışında daha fazla ivme kazanmıştı ki araya pandemi girdi. Şu anda hızlanarak kabul ve davet aldığımız bir döneme girmiş olmak sevindirici. Filmin seyirciyi ikiye bölen bir etkisi var. Ya çok sevilip, takdir ediliyor ve soluksuz izleniyor ya da nefret edilip eleştiriliyor. Bu da aslında yönetmen Gülsüm Güler Özen’in ve filmde yer almayı kabul eden bizlerin (Seyhan Arman ve Burcu Eken) amaçladığı ve öngördüğü bir durumdu. Yönetmenimiz tarzı farklı olmakla birlikte Gaspar Noe ve Lars Von Trier esintileri var diyenler de oldu. Sonuç olarak, kışkırtıcı, iç gıcıklayıcı, eleştiri oklarına hedef olacak gerçeklik ve sertlikte, çeşitli siyasi, estetik, sanatsal duruş ve bakış açılarına aldırmadan şok edici bir dünyayı seyirciye sunup söz söylemekti derdimiz. Kasten sansasyonel olmak gibi bir derdimiz de yoktu. Bu özelliği sebebiyle Türkiye’deki bazı festivallerde “Sizin iş de çok netameli” denip kabul almadığımızı biliyoruz. Ancak yurt dışında kendine underground, korku, b-movies, bizarre, queer, feminist vb kategorilerde yer buldu ve bulmaya devam ediyor.

Senaryonun çıkış noktası bir kadının "Namusumu temizledim" diyebilmek için vahşice işlediği gerçek bir cinayete dayanıyor. Proje size sunulduğunda siz ne düşündünüz ne hissettiniz ilk olarak?

Yönetmenimizin de röportajlarında belirttiği gibi Nevin Yıldırım davasını hepimiz biliyoruz. Tecavüzcüsünü av tüfeğiyle vurup kafasını kesip köy meydanına atan bir kadından bahsediyoruz. Bu eylemin, cinayetin adına ne derseniz deyin, üzerinde çok tartışıldı. Nevin müebbet aldı hunharca duygularla kasten “adam” öldürmek suçundan. Erkek egemen, eril kültürün hala baskın olduğu ve sağdan ve soldan her türlü ideolojiden açık veya dolaylı pompalanmaya devam ettiği bu topraklarda “erkeklik” problemi olan bir birey olarak ben de kendimle hesaplaşmak istediğim için bu rolü kabul ettim. İlk başta uzun metraj düşünülen bir işti ancak zaman, mekan ve bütçe gibi sorunlardan kısa ama yoğun ve derin etkisi olan bir film yapılmasına karar verildi. ABD’de yaşadığım yıllarda yoğun olarak metot oyunculuğu çalışmış birisi olarak teklif edilen role nasıl yaklaşacağım benim için çok cesur ve cüretkar bir yerde duruyordu. İçerisinde siyasi, siyaset dışı, feminist, queer, alt kimlik, üst kimlik, cinsiyet politikaları, şiddet, kişisel adalet kavramı ve insani öğeler barındıran okumalara ve tavırlara açık zor bir roldü. Ve en önemlisi kişisel anlamda benim de deneyimleyip ne çıkacağını ve bana ve seyirciye etkisinin ne olacağını görmek istediğim riskli ve sürprizlerle dolu bir dünya ve alana girecektim. İlk başta rolü tereddüt etmeden kabul ettim. Sonra sorgulamaya başladım doğru mu yaptım diye ama içimden gelen sesi dinlemeye karar verip kendimi akışa bıraktım diyebilirim. Rol arkadaşlarım ve yönetmenimiz de yaratmak istediğimiz dünya için bana çok yardımcı oldular.

“Biz kadınlar bu öldürülme şeklini maalesef ki anlıyoruz. Öldüren kadınla empati yapabiliyoruz. Sebeplerini biliyoruz” diyor rol arkadaşınız Seyhan Arman... Siz bir erkek olarak nasıl bakıyorsunuz, empati yapabilmek ve anlamanın bir cinsiyeti var mı?

Seyhan doğru söylüyor. Günlük hayatta heteroseksüel bir erkek olarak dışarıdan bu durumla tam empati kurmak yüzde yüz mümkün gibi görünmese de oyuncu kişisi ve karakter olarak bu yakınlığı kurmak gerekiyor. Fakat rolüm karakterime acımamamı veya haksız bulmamamı gerektiriyor. Bu tamamen oyunculuk yaklaşımıyla ilgili bir durum. Karakter her zaman haklı olduğunu düşünür, kendini kurban psikolojisine sokmaz ve eylemlerinden pişman değildir. Pişman olsa bile (klasik tragedyada "hamartia" durumu) bununla yüzleşir ve gereğini yapar. Aristotelyen gelenekte bu sistemi yeniden üretmektir ama biz bunu yapmadığımızı düşünüyoruz. Bunu yansıtabilip ne kadar başarılı olduğumuz ise seyircinin takdirine kalmış.

Filmdeki rolünüzü nasıl tanımlarsınız?

Cesur, kör göze parmak, şok edici, sorgulayıcı ve sorgulatıcı...

Gerçek olayla çıkış noktası aynı fakat farklı bir hikaye izliyor izleyici, evlilik içi tecavüze uğrayan bir kadının bir trans kadın aracılığıyla öç alma hikayesini konu ediyor film. Hatta kısasa kısas gibi bir durum söz konusu. Aslında siz de az önce filmin sertliğinden bahsettiniz ama sizce yumuşatılabilir miydi?

Aslında tecavüzcüsüyle evlendirilmiş ve dediğiniz evlilik boyunca da tecavüz ve şiddete maruz kalmaya devam etmiş bir kadın var. Önce tecavüz eden sonra da kişisel adalet yaklaşımıyla “intikam” veya “infaz” olarak tecavüz ve/veya işkence edilen (çünkü tam olarak belli değil filmde ve yorumu seyirciye ait) bir “erkek” konumuna düşmenin sürreel fantastikliğe hapsedilemeyecek bir çıplak gerçeklik olduğunu düşünüyorum. Bunu “yumuşak” bir dille ve görsellikle verip vermemek sanatsal ve politik bir tercihtir.

Son yıllarda özellikle dizilerde kadına yönelik şiddete yer verilmesine dair çok fazla eleştiri oluyor. Film de bir tecavüz sahnesiyle başlıyor ve bununla da kalmıyor. "Ya çok seviliyor film, ya da nefret ediliyor" dediniz. Nasıl eleştiriler aldınız?

Çeşitli feminist ve queer platformlardan ve bazı kadın yönetmenlerden eleştiriler aldık. Kendi içlerinde tutarlı ve haklılar ancak bunlara hala bu topraklarda ve yaşadığımız dünyada “erkeklik” problemleriyle boğuşan bir birey olarak benim cevap vermem uygun olmaz. Haddim de değil. Yönetmenimiz ve diğer rol arkadaşlarımın bu konuda ne düşündüğü daha önemli ve tutarlı olabilir. Dediğim gibi rolüm zaten kendi içerisinde bir sorgulama içeriyor ve filmin yolculuğu festivallerde devam ettiği sürece kendi açımdan bu sorgulama ve yüzleşme de tüm görüşlere açık olarak devam ediyor. Ancak oyunculuk Stella Adler’in de dediği gibi bir karakter yaratırken bir “tercih” belirleyip ona yapışmak ve savunmaktır. Bunu yapmaya çalıştım, takdir izleyicinindir.

Hazır dizi dedik, geçmişinize baktığımızda hep iddialı dizilerde rol aldınız. En son Çukur dizisinde Doktor Özgür olarak izleyici karşısındaydınız. Tutkulu bir hayran kitlesine sahip Çukur'un size geri dönüşü nasıl oldu?

Her ne kadar baş karakter Yamaç’ın dünyasına beklenmedik anlarda bir arkadaşı, sırdaşı gibi sürpriz anlarda terapi amaçlı dahil olsam da dizinin 3. sezon başında senaryo icabı Doktor Özgür’ün Yamaç’ın hayatına dokunuşuyla devam ediyor olması benim için keyifli bir durum. Karakterimin dizideki “erkek dünyası” içerisinde farklı bir yerde durduğunu düşünüyorum. O açıdan Gökhan Horzum’un karakterimi hayal edip düşünüp kaleme alırken incelikli davrandığını da düşünüyorum. İlk başta “iyi” görünüp rahatlıkla Yamaç üzerindeki etkisini “kötü”ye kullanabilecek ve saf değiştirecek bir “villain” olabilecekken şu anda bu şekilde kalmış olması daha iyi duruyor ama senaryo bu karakteri daha sonra nereye götürür onu bilemeyiz.

Siz hangi dizileri takip ediyorsunuz?

Pandemi döneminde evde kalınca o kadar çok dizi ve film izledim ki bir süre sonra hatlar karışmaya başladı. La Casa de Papel ve Narcos zaten çok severek takip ettiğim serilerdi. Handmaid’s Tale, Mr. Robot, True Detective ve biraz da gülelim “The Office” en sevdiklerim. Başka diziler de var elbet. Ama daha sonra sezon sezon üstüne bitirme hırsı ve uykusuz gecelerden usanınca biraz daha öze dönmeye karar verdim. Hitchcock, Tarkovsky, Kurosawa, Coppola, Tarantino retroları yaptım kendimce. Filmlerden daha çok keyif aldığımı söyleyebilirim. Son dönem yerli dizilerdense Kırmızı Oda, Menajerimi Ara, Sefirin Kızı’nı takip etmeye çalışıyorum. Alef, Bozkır ve Şahsiyet elbette en beğendiğim işler oldu şu ana kadar.

Aynı zamanda tiyatro da hayatınızın bir parçası ve Ezel Akay'ın yönettiği, Yiğit Özgür'ün karakterlerinin "Hunililer" oyunuyla sahnedeydiniz pandemi öncesi yanılmıyorsam. "Sahnede olmak bambaşka" der oyuncular çoğunlukla, öyle midir hakikaten?

İki kalas bir heves ne de olsa. Tiyatro sahnesiyle ilişkisini kesen birisinin oyunculuğu her zaman eksiktir. Ekran oyunculuğu ve sahne oyunculuğunun ayrılığı veya birlikteliği üzerine çok şey yazıldı çizildi söylendi o yüzden tekrara girmek istemem. Sahnede seyirciyle kurulan bire bir canlı ilişkinin keyfi ve yansıması başka hiçbir şeye değişilmez. Umarım salgın dönemini kısa sürede atlatır yeniden tüm tiyatro oyuncuları olarak eski günlerdeki gibi seyircimizle tam anlamıyla buluşuruz.

Peki, keşke şu rolde ben olsaydım dediğiniz veya oynamayı çok istediğiniz bir karakter var mı?

Zor soru. Çok var ama birkaç tane örnek vereyim. Tarihten şahsiyet olarak (biraz da Kuzey Afrikalı kökenlerimden dolayı) Roma’ya kafa tutan general Hannibal... Lecter’a da hayır demem bu arada:) Marquis de Sade ikinci tercihim olur. Film ve dizilerden ise biraz popüler olacak belki ama Narcos Pablo Escobar, La Casa de Papel profesör, Lucifer’de Lucifer elbette ve Menajerimi Ara Fransız versiyonda Hişam. Buradaki uyarlamada ne yapacaklar bilemiyorum diye not düşeyim. Ve son olarak Vincent Cassell’den ne varsa gönderin gelsin. Tiyatroda Iago karakteri her zaman favorimdir. Yerli film ve dizilerden İstanbullu Gelin dizisinde Adem karakteri (Fırat Tanış’a selam olsun) ve Sarmaşık filminde Alper karakteri.

Sizi yakın zamanda yeni projelerde görecek miyiz?

Çukur’da her zaman sürpriz dönüşler olabilir elbet ama ben de bilmiyorum açıkçası. Görüştüğüm bazı dizi ve film işleri var ama şu anda konuşmam elbette uygun olmaz. En son Mert Fırat’la bir reklam filmimiz yayında. Pandemi sebebiyle vizyon gösterimi iptal olup ertelenen “9 Kere Leyla” filmimiz de nihayet 4 Aralık’tan itibaren Netflix’te yayında olacak. Ezel Hocam’la başka yeni işler için konuşmalarımız var ama genelde her türlü yeni proje için ketumumdur... Yurt dışı oluşum aşamasında bazı teklifler var ama salgın süreci belirsizliği ve karamsarlığının dinmesini bekliyoruz diyebilirim.

Yorumlar (0)