Uyuyan güzellerin uyanma vakti geldi!

Nemesis Kitap'tan çıkan Uyuyan Güzel Uyandı'nın yazarı Aslı Karataş, "Birbirimizi dönüştürerek eşitliği herkese anlatabileceğimizi düşünüyorum" diyor.

RÖPORTAJ 14.04.2020, 12:56 19.04.2020, 18:35
Uyuyan güzellerin uyanma vakti geldi!

"Biri kurbağa öper, biri yüzyıllarca uyur, biri 7 cüceyle yaşar, biri kuleye kapatılır. Bir masal prensesi olsan bile kadınlık zor" der büyük usta Turgut Uyar. Haklıdır... "Bir masal prensesi olsan bile kadınlık zor"dur çünkü hepimizin ezbere bildiği, defalarca dinlediğimiz ve şimdinin çocuklarına aktardığımız masallar; onların her şeyi sünger gibi emip asla da bırakmadıkları o muhteşem çağlarında, değerler sisteminin bilinçlerine yerleştirilmesinin en önemli aracıdır. Doğru yanlış ayrımı, iyi kötü algısı, güzel çirkin tercihi ve kadın ile erkeğin toplum içinde konumlanması, henüz ağaç yaşken zerk edilmiştir kulaklara...  Masallardaki kodlar, yaşanan toplumsal cinsiyet sorunlarının bir parçası mıdır? Elbette öyledir!

Avukat, aktivist Aslı Karataş ilk kitabı Uyuyan Güzel Uyandı'da tam da bu konuyu merkezine almış ve masalların toplumsal cinsiyet rolleri üzerine etkisini akademik referanslarla değerlendirip, işlediği kodları ve günlük hayatımıza yansımalarını akıcı ve sade bir dille okuyucuya aktarmış... Karataş'la Uyuyan Güzel Uyandı üzerinden toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, televizyona ve hayata dair konuştuk...

Feminist bir avukatsınız ve cinsiyet adaleti mücadelesi içindesiniz, bu sebeple toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine bir kitap yazmanız bizi şaşırtmadı. Ancak bunu masallar üzerinden aktarma fikri ilginç... Bu fikir nasıl doğdu?

Toplumsal cinsiyet ve eşitlik meseleleri çok uzun zamandır zihnimi meşgul eder halde. Çok zamandır bu konu üzerine okuyorum. Okumayı pek severim ama açıkçası ebeveyn olmakla birlikte masal okumak yaşamıma yeniden girdi. Oğluma masal okurken kendimi birçok masalın sonunu ve hatta gidişatını değiştirirken buldum. Hatta öyle ki aynı kitabı benden başkaları da okurken aynı şekilde okusunlar diye üstlerine kağıtlar yapıştırıp alternatif versiyonlarını yazmaya başladım. Masallar üzerinde etraflıca düşünmem aslında ilk böyle başladı.

Uyuyan Güzel Uyandı'da gerek aile, gerek toplumsal yaşamda ve iş hayatında kadın kimliği üzerinden var olabilmenin türlü hallerine değiniyorsunuz ve o bilindik masallara farklı bir açıdan bakmayı sağlıyorsunuz. Kitaba dair nasıl dönüşler aldınız?

Şimdiye kadar hep olumlu geri dönüşler aldım. Toplumsal cinsiyet meselesi üzerine okuma yapmak isteyen ancak akademik metinleri takip etmekte zorlananlar için içeriği derin fakat anlaması kolay bir kitap oldu. Okuyucu da bunu fark edip dile getirdi. Farkındalığı artırdığına ve görülmeyeni gösterdiğine dair görüşler iletenler oldu.

Farkındalık önemli bir başlangıç

Televizyon dizilerine, sinema filmlerine, sosyal medyaya, edebiyata baktığımızda da bu masalların işlendiğini görüyoruz. Zaten siz de kitapta örneklendirmişsiniz bu konuları. Orada da kadın çok güzel olmak zorunda, kadın kadınla rekabet etmeli, adam seçen bir prens durumunda olmalı. Peki, bu durumun önünü nasıl keseceğiz? Bizler dünyaya cinsiyet eşitliğini nasıl anlatacağız?

Aslında öncelikle fark ederek. Farkındalık o kadar önemli bir başlangıç, o kadar değerli bir anahtar ki. Farkında olunca önce kendi hayatını dönüştürmeye başlıyorsun, sonra etrafındakilerin hayatına temas etmeye başlıyorsun. Senin temas ettiklerin kendi çevrelerine yayıyor. Bu böyle halka halka dönüşüyor. Birbirimizi dönüştürerek eşitliği herkese anlatabileceğimizi düşünüyorum.

Öte yandan dizi izleyicisinin çoğunluğunu da kadınlar oluşturuyor... Bunu diziler özelinde incelersek, en çok dikkatinizi ne çekiyor ve duruma nasıl bir çözüm gerekir?

Açıkçası çok uzun zamandır yerli dizi seyretmiyorum ben de birçokları gibi. Eskiden epeyce seyrederdim. Hayranı olduğum diziler vardı. Şimdilerde rastgele karşıma çıkan sahnelerde bile çokça şiddet, kaba saba ama “aşık” olarak resmedilen bir adam ve durmadan ağlayan kadın figürleri görüyorum. Bu kültürün maksatlı olarak da inşa edildiğini düşünüyorum. Kültür inşası böyle kitle iletişim araçlarıyla oluşuyor zaten. Benim bireysel çözümüm izlememek aslında. İzleyici olarak en büyük gücümüz de bu. Yanı sıra sadece medyada cinsiyetçilik adına çalışan örgütler var, bu örgütlerin çalışmalarına katkı sunmak anlamlı bir hamle olabilir.

Kadından esirgenen bir iktidar var

Uyuyan Güzel Uyandı müthiş bir farkındalık kitabı. İnsan okurken farkında olmadan bilinçaltına işleyen binlerce inançla tanışıyor. Ama insan düşünmeden edemiyor. Bunca yıl, hatta yüzyıl neden kimse gidip de Uyuyan Güzel’e “Sen kendin de uyanabilirsin, bunun için seni bir prensin öpmesine gerek yok” demedi?

Çünkü o zaman prensin iktidarı Uyuyan Güzel’le paylaşması gerekirdi. Birçok meselede hatta hemen her meselede olduğu gibi bu ayrımcılığın temelinde de yine iktidarın paylaşılmaması var. Uyuyan Güzel’e kendi başına da uyanabileceği söylenmezse, o zaman prense muhtaç kalır, prensin sözünden çıkmaz, bağımsız hareket etmez, prense rakip olmaz. Evde sessiz, sakin, itaatkar bekler ve gereken hizmetleri görür. Tam bu yüzden kendi gücünden haberdar olmaması ve iktidara talip olmaması gerekiyor.

Kitapta aktardığınız kadının ve erkeğin konumlanmasına dair her şey tamamen eşitsizliği göz önüne serdiği ölçüde bu durumun aynı ölçüde kanıksanmış olduğu da aşikar. Masalların anlattığı yalanlara inanmak bilinçli bir tercih olabilir mi?

Bu konuda da birçok eleştiri alıyorum açıkçası. Kadınların da aslında zaten halinden memnun olduğu, zaten yaşadıkları hayatı kendi iradeleri ile seçtikleri vs. açısından. Özgürlüğün bir bedeli var, tıpkı tutsaklığın olduğu gibi. Toplumsal cinsiyet rollerini sadece kadınlar için reddedip erkekleri için biçilmiş olanlardan faydalanmayı sürdüremeyiz. Ev içi sorumlulukların adil paylaştırılması dediğimizde ev işlerinin ortaklaşa yapılmasından bahsettiğimiz kadar örneğin evle ilgili finansal kaygıları da ortaklaşa üstlenmekten söz etmeliyiz. Kadının para kazandığı hanelerde bile finans yönetiminin erkek eşte olduğunu, yatırım ya da büyük harcama kararlarını erkek eşin verdiğini görüyoruz. Bu önemli bir sorumluluktur ve paylaşılması gerekir. “Ben zaten anlamam o işlerden” argümanı aslında bulaşık makinesini daha iyi yerleştirmek için de daha karlı satın alma yapmak için de geçerli. Kimse bu işleri bilerek doğmuyor zaten, sahada öğreniyor. Öğrenmeye, paylaşmaya gönüllü olmak gerek.

Kadınların hepsi Sindrella olma derdinde nereye gittiğini bilmeden koşuyor. O cam ayakkabının kendisine ait olduğunu prense göstermeye çalışıyorlar. Hınca hınç bir yarış var, kadın kadının ayağına çelme takıyor. Biz bu durumu nasıl tersine çevireceğiz?

Ben şahsen bu görüşe katıldığımı söyleyemem. Bence son zamanlarda da anlamlı bir yükselme gösteren önemli bir kadın dayanışması büyüyor. Kadınlar birbirleri için ayağa kalkıyor. Ben sebuka girişimim için de, yazdığım kitap için de en çok kadınlardan destek aldım, hala alıyorum. Hayatta dayanışma adına temas ettiğim birçok alanda canla başla çalışan birçok kıymetli kadına rastlıyorum. Başta da dediğim gibi bu iş bir iktidar meselesi aslında. Kadından esirgenmiş bir iktidar var. Kadın da esirgeyene bulaşamadıkça, herhangi bir iktidar kırıntısını bile paylaşmamak için hemcinsiyle mücadeleye girişebiliyor. Halbuki talebimizi esas muhatabına yönelttiğimizde, “kadın kadının yurdudur” önermesi kolayca hayat bulur.

Kadınlar fiziksel olarak tektipleşiyor. Estetik operasyonlarla gitgide birbirlerinin aynısı olma yolunda ilerliyorlar. Her şey prens onları seçsin diye mi oluyor?

Aslında çok fazla sebebi var. Tek motivasyonunun partner arayışı olduğunu düşünmüyorum. Kitapta da bu konuyu uzun uzun tartıştığım bir bölüm var. Güzellik çok kolay satılan bir şey. Toplumsal güzellik normları dahilinde güzel bulunan biriyseniz bir çok işinizi daha kolay halledersiniz. Hayat kolaylaşır adeta. Son zamanlarda trendi yükselen estetik operasyonların büyük bir bölümü de aslında yaşlanma karşıtlığı odaklı. Bu da bir başka mesele. Yaşlı olmanın sadece partnerlik ilişkisi bakımından değil birçok açıdan “kabul edilmez” bulunması sebebiyle ortaya çıkan bir talep bu aslında.

Şimdi ortada bir prens de kalmadı. Kadınlar prenses olmaya çalışırken erkekler de uğruna savaşacakları bir aşka inanmamaya başladılar. Bu durumda kadının çabası da boşa gidiyor?

Bence zaten aşkı için savaşması gereken kişinin sabit bir cinsiyeti yoktur. Kişiden kişiye, ilişkiden ilişkiye değişen bir durumdur bu. Yeşilçam filmlerinde bize öğretilen kendini ağırdan alan o esas kız ve her şeye rağmen defalarca reddedilmiş olsa bile pes etmeyip peşinden giden o esas oğlan aslında bir taciz öyküsü sunuyor. Kadının esas beyanının (aslında o erkekten hoşlansa bile hoşlanmıyormuş gibi davranması) gerçek olmadığı algısı yaratan bu tablolar, kadınla iletişimi sakatlar. Hayır hayırdır. Israr tacizdir. Aşkının peşinden gitmek, aşkı için savaşmak olarak adlandırılan tanımların çok yanlış anlaşıldığını düşünüyorum.

Kitapta erkeklere düşen rollerin ağırlığından da bahsetmişsiniz. Şimdi toplumsal cinsiyet eşitliğinden duruma bakarsak masalların bizde yarattığı bu etkiyi nasıl temizleyeceğiz? Ne gibi toplumsal ve hukuki dönüşümlere ihtiyaç var?

Bu mücadelede erkeklerin de yer alması şart. Hem de kadınlara destek olmak için değil, kendilerini de kurtarmak için. Öncelikle beklentileri azaltarak başlayabiliriz. Partnerimizden eril beklentiler içine giriyorsak; söz gelimi partnerin kıskanmasını, “iyiliğiniz için” hayatınızla ilgili kimi kısıtlamalar getirmesini ilişkinizin olağan bir parçası olarak görüyorsak bu sistemi sürdürmüş ve katkı sunmuş oluruz. Şöyle düşünün iki kadın yan yana yürüyor, kalabalık bir erkek grubu kadınlardan birine laf atıyor. Diğer kadının o erkek grubuna karşı o kadını savunması, hatta gerektiğinde kavga etmesi beklenmez. Hatta herhangi bir erkek arkadaşı ise bile beklenmez. Ancak kimi ilişkilerde, o erkek grubu o partner kişinin tek başına baş edemeyeceği kalabalıktaysa bile, partnerin ne pahasına olursa olsun savunmaya geçmesi, gerekirse dayak yemesi beklenir. Kadının kendi değerini böyle “delikanlı” hamleler ile ölçmesi söz konusu. İşte bu tam olarak benim mücadelesini verdiğim değer yapısı. Önce bunu değiştirmemiz lazım. Partnerimizden bunu beklemediğimizde ve oğlan çocuklarımızı bu değerlerle yetiştirmediğimizde çok yol almış olacağız.

Öte yandan hukuki düzenlemeler açısından da birçok eksiğimiz var tabi. Sitede bunu Cinsiyetçi Hukuk başlığı altında sıkça yazıyorum. Fakat bence hukuki düzenlemelerin toplumsal dönüşümle kademeli şekilde gerçekleşmesi şart. Tepeden inme bir hukuki düzenleme yine en çok kadınları mağdur eder.

Son yıllarda cinsiyet eşitsizliğine dair farkındalık yaratma amaçlı çok sayıda girişim oluyor. Tüm bu çabaları etkili buluyor musunuz? Gerçekten kadınlar için bir uyanış söz konusu mu?

Kesinlikle buluyorum. Bundan feminizmin biraz ana akımlaşması çok etkili oldu tabi. Markalar giderek kadın güçlendirici reklamlar yapmaya başladı, buna da femvertising deniyor. Feminizm artık bir değer olmaya başladı. Nasıl artık ırkçı olmak utanç verici bir şeyse, cinsiyetçi olmak da öyle hale geldi. Feminizm itibarsızlaştırılmış bir kurumdu, ben artık iade-i itibar sürecinin başladığını düşünüyorum. Markalar da artık kadınların evde olmasının sisteme mali bir kaybının olduğunu gördüler aslında. Hızlandıran sebep bu. Ben esas motivasyonun bu olmasını rahatsız edici bulmakla birlikte zararlı bulmuyorum. Sonuç olarak doğru danışmanlıklarla, doğru işler yapıldığında mücadeleye katkı sunduğunu düşünüyorum.

"Sen bu kadınların avukatı mısın?"

Hazır sizi bulmuşken "SEBUKA"ya dair de sormak istiyorum; "Sen bu kadınların avukatı mısın?" ‘SEBUKA’ sizin kurduğunuz bir internet sitesi... Burada neyi amaçlıyorsunuz?

Sebuka aracılığıyla bir eğitim-danışmanlık ağı kurmayı hedefliyorum. Halihazırda Genderscope isimli firma üzerinden yapmakta olduğum bir iş bu benim zaten. Önceliğim şirketler ve belki sivil toplum örgütleri. Her 8 Mart’ta feminist harekete çokça zarar veren “kadın dostu” reklamlara rastlıyoruz. Feminist mücadele küresel ölçekte ilgiyle karşılanıyor ve markalar ideolojik altyapılarını doldurmadan bu mücadeleye dahil olmanın peşindeler. Başvuracakları merciler olmalı. Şirketler kurumsal kimliklerinin toplumsal cinsiyet eşitliği yanlısı olması konusunda danışmanlık almalılar. Benzer şekilde işyerinde toplumsal cinsiyet eşitliği temelli davranış kurallarının yazılması, disiplin yönetmeliğin bu bakışla gözden geçirilmesi bir başka önemli adım. İşe alım süreçleri, insan kaynakları uygulamaları, iletişim stratejileri, ulusal ve uluslararası mevzuatın kadına karşı ayrımcılığın önlenmesi önlemleri dahilinde uygulanıp uygulanmadığı denetlenebilir olmalı. Dünya bu yolda çok hızlı ilerliyor. İzlanda’da eşit işe eşit ücret politikası için şirketlerin kendilerini sertifikalandırmaları zorunlu hale geldi. Türkiye’nin de bu akımı yakalaması şart. İşyeri uygulamaları bu zamana kadar hep erkek işçiler temel alınarak düzenlendi. Atölyelerdeki kişisel koruyucu ekipmanlar (kasklar, eldivenler) bile erkek bedeni temel alarak tasarlanmış. Bu algının kırılması için çalışmaya ihtiyaç var. Sebuka’nın bu kapsamda çalışır hale gelmesini hedefliyorum.

Sırada yeni bir kitap var mı? Varsa yine aynı meseleler üzerine mi?

Aslında var. Ama ne zamana tamamlanır bilemiyorum. Açıkçası ben kurgu yazan biri değilim, eğitimim de birikimim de bu alanda değil. Bence herkes bildiği işi yapmalı. Aklımda birkaç proje var. Korona gündemi hayatımızın ortasına böyle bomba düşmüş gibi girmeseydi sanıyorum daha hızlı dallanıp budaklanacaktı. Şimdilik fikir aşamasında kalakaldılar. Ancak sonraki işlerin de mutlaka toplumsal cinsiyet meselesi üzerinden şekilleneceğini söyleyebilirim. Zaten kendi başına derya deniz bir konu.

Karantina altında olduğumuz bu zor günlerde evde yapılabilecek en iyi şeylerden biri kitap okumak... Siz kadın erkek eşitsizliğine dair farkındalık yaratacak hangi kitapları önerirsiniz?

Bununla ilgili @sebuka_com instagram sayfası üzerinden de paylaşımlar yapıyorum, hikayelerimi sabitliyorum. Malum bu günlerde kafamız epey dolu, ağır okumalara odaklanmakta zorlanıyoruz. O sebeple hem keyifli ve okuması kolay hem de zihin açan birkaç öneri yapayım: Feminist Dövüş Kulubü (Jessica Bennett), Feminizm Herkes İçindir (bell hooks), Kadınların Nesi Var (Jacky Fleming), Aramızda Kalmasın (Dilara Gürcü).

Yorumlar (0)