Yeni İstanbul'un öz hikâyesiyle yüzleşmek!

Özen Yula, "Her Zerre Kara'da sokağımdaki kazı yapan işçiyi, yoldan geçen simitçiye, onu bu satırları yazan adama bağlayan nice görünmeyen bağdan söz ediyorum." diyor...

RÖPORTAJ 17.04.2021, 16:24 19.04.2021, 12:28
Yeni İstanbul'un öz hikâyesiyle yüzleşmek!

Siyah ve beyaz gibi net bir çizgiyle ayrılabilecek kadar farklı yaşamlara, son derece uzak özelliklere sahip insanların, birbirlerine İstanbul sokaklarında görünmez bağlarla bağlanmasına tanıklık ediyor okuyucu Her Zerre Kara'da... "Yeni İstanbul"un aşkını, hiddetini ve şefkatini gözler önüne sererken, "Ona yaptıklarımız karşılığında bu efsunlu kentin bize nasıl bir yanıt vereceği ile yüzleşebilecek miyiz?" sorusuyla karşı karşıya bırakıyor muhatabını... Sevgili Özen Yula ile tam 12 yılın ardından bizlerle buluşturduğu Doğan Kitap tarafından yayınlanan romanını konuştuk... 

Sanırım size ilk sorulması gereken soru, elbette biraz da sitemkar bir tavırla:) "Yeni bir roman için neden 12 yıl ara verdiniz?" Okurlarınız sizi özledi...

Teşekkür ederim. Daha çok tiyatro oyunları ve müzikli gösteriler yöneterek geçen bir zaman oldu benim için. Bazı tiyatro oyunları yazdım bu dönemde. Şimdi onlar da yavaş yavaş gün ışığına çıkacak. Yeni bir roman yazmadan önce devri-devranı bir dinlemek, görmek istedim. Böylece de bu on iki yıllık ara ortaya çıktı. Artık serinkanlı bir bakış açısıyla anlatacağımdan emin olduğum noktada da oturup edebiyatta dönemimi paylaştım.

Her Zerre Kara'da okuyucuyu İstanbul’da bir yolculuğa çıkarıyorsunuz, kitabın ana fikri zihninizde nasıl doğdu?

İstanbul’da gezerken günümüz İstanbul’unun neden böyle anlatılmadığını düşündüm. Gezerek ve semtten semte farklı dokularda, farklı insan grupları arasında geçen bir devri onların yaşantılarıyla anlatmak doğru bir düşünce olarak belirdi bende. Sonra da bu amorf özellikler içeren yapı kuruldu.

Fotoğraf: Cem Türkel

Fotoğraf: Cem Türkel

Edebiyatın zanaatını tamamlamadan sanatına geçmemek gerek

Her Zerre Kara için yeni Türkiye eleştirisinden ziyade, yeni Türkiye'yi okuyucuya bir tablo gibi sunuyor diyebilir miyiz?

Amacım ve on iki yıllık beklentim, bütün söylemlerin ara kesitinde kalarak her durumu ve olguyu olduğu gibi anlatmaktı. Doğru kelime seçimleriyle, doğru gözlemlerle. Yazarın asal işi, bir durumu ya da hayatı olduğu gibi ortaya koymaktır benim için. Taraf tutmak, amigoluk yapmak değil. Dolayısıyla da eleştirel değil, olduğu gibi bir yapı kurulsun istedim.

Romanda farklı yaşamlara, toplumun farklı kesimlerinden, birbirlerinden son derece ayrılan özelliklere sahip insanları en ince ayrıntılarına kadar resmediyorsunuz ve bunu öyle bir ustalıkla yapıyorsunuz ki... Bu sadece genel bir gözlem sonucu mu yoksa özel bir hazırlık aşaması oldu mu roman için?

Elbette hazırlanma süreci oldu bunun. Yıllar içinde notlar alındı, farklı sosyal kesimlerden, gelir gruplarından insanların hikâyeleri not edildi. Konuşma biçimleri üzerine çalışıldı. Romanın dili kuruldu. Eski edebi kelimeleri kullanarak bu yapıyı anlatan bir anlatıcıyla beraber her bir kahramanın da kendi sosyal statüsüne göre kullandığı dil özellikleri var. Bunları araştırmak ve edebiyatın sınırları içinde yerleştirmek zaman aldı elbette. Edebiyatın zanaatını tamamlamadan sanatına geçmemek gerek diye düşünüyorum. Onun için sabırla çalışmak gerek. İş sadece esinle, süslü cümleler kurmakla ya da kurguyu becermekle olmuyor. Bunların da olması gerek elbette.

Sokaklarında bıraktığım 25 yıldan sorarım bu şehri

Kahramanlar arasında da görünmez bağlar var... Aslında gerçek hayatta farkında olmadığımız bağları da okuyucuya yansıtıyorsunuz, o yöne dikkat çekiyorsunuz... 

Görünmez bağlarla bağlıyız. Bu artık hayatın bir üst gerçekliği gibi benim için. Sokağımdaki kazı yapan işçiyi, yoldan geçen simitçiye, onu bu satırları yazan adama bağlayan nice görünmeyen bağdan söz ediyorum burada. Bunu algılamam ve anlatabilmem zaman gerektiriyordu. Anlatılacak kıvama gelince de görünmeyen bağlarla bağlı kahramanlarım İstanbul sokaklarında birbirlerini aramaya ve bulmaya başladılar.

Sizin İstanbul'la görünmez bağınız nedir?

Kadim bir bağdan söz ediyorum. Sokaklarında bıraktığım 25 yıldan sorarım bu şehri. Genç bir adam olarak geldiğim ama beni olgunlaştıran İstanbul’la binlerce bağım var.

Fotoğraf: Cem Türkel

Merak edenler “haysiyet” sözcüğünü bir sorsun Google’a

Sadece Türkiye değil, artık dünya değişti. Zaman hep şimdiki zaman ve bir şeyleri kolay ve çabuk elde etme dürtüsü hâkim. Romanda da bunun yansımaları var. Bu kolaycılık ve sabırsızlığın çıkış noktası gelişen teknoloji mi?

Gelişen teknolojiden kaynaklanmıyor. İnsan, ruhu gereği pek de matah bir varlık değil. Ancak kendini geliştirmeye çabalarsa, sorgularsa ve vicdanının, haysiyetinin sınırlarını sağlam kurarsa dünyada bambaşka bir değerler dizgesinin olduğunun farkına varabilir. Hatta teknoloji buna yardım bile eder. Merak edenler “haysiyet” sözcüğünü bir sorsun Google’a. Bir hareket noktası olabilir o.

Zaman içinde tekrar insani değerlere dönüş olacak mıdır? Yoksa bu değerlere sahip bir neslin sona ermesiyle yeni kuşaklar bu değerlerden bihaber mi yaşamın devamını getirecektir?

Öyle kesin cümleler kuramam o konuda. Falcılık olur. Ama hep bu değerlerin farkında olan insanlar olacak diye düşünüyorum ve sayıca hep daha azınlıkta kalacak o insanlar. Bilmenin ve farkında olmanın yarattığı felaket bu zaten.

Aslında, var olanı anlatıyorum sadece

Okuyucu olarak romanın içinde hiç yabancılık çekmiyoruz. Bu mevcut düzeni kanıksamış olduğunun farkına varıyor okuyucu. Bir nevi dürtüyor, "Farkında mısınız" diyor sanki...

Ne güzel bunu sizden duymak. Çünkü aslında, var olanı anlatıyorum sadece. O noktada insan birdenbire “Aa, evet böyle zaten!” diyorsa bu romanın başarı hanesine yazılır. Teşekkür ederim.

Eski Türkiye'ye, eski İstanbul'a bir özlem yaşıyoruz günümüzde ve keşkeler yakamızı bırakmıyor. Gelecek Türkiye /İstanbul bugünü de aratır hale gelir mi?

Nostaljik bakmıyorum bu duruma. Yalnızca değerler dizgesi açısından bakıyorum. Ve de görünen, gayet meydanda olan bir durum var ki, o da değerler yeni değerlerle ikame edilemiyor. Bu da büyük bir değer boşluğu yaratıyor günümüz insanı için. Değer yerine konulan metalar da insanı insan olma hasletinden soyutlayan içeriklerle yüklü. Bunun geleceği ne olur bilemem. Ömrüm olursa bir on küsur yıl sonra da onu anlatırım belki.

Önemli olan belki de bütün renkleriyle devam etmesi bir yapının

"Ona yaptıklarımız karşılığında bu efsunlu kentin, İstanbul'un, bize nasıl bir yanıt vereceğiyle yüzleşebilecek miyiz?" diyor arka kapakta, bu yüzleşmede insanın içi biraz cız ediyor gibi?...

Öyle diyorsanız öyledir. Var olan, görünen ve yaşanan durum bu. Şehir de böyle. Onun yapabileceği tek şey de içine giren iyi-kötü herkesi ve her şeyi öğütmek ve olduğu gibi bırakmak. İyi bir gelecek umuduyla kendini yiyen milyonlar bunun için var.

Kara zerrelerin beyaza dönmesi mümkün mü?

Nereden baktığınıza bağlı. Beyaz olursa ne değişecek o da mühim. Önemli olan belki de bütün renkleriyle devam etmesi bir yapının. Yani insan olarak bizim renk tercihimiz kara ya da beyaz olabilir; ama hayatın renk skalası bizim siyah-beyaz mezarlarımızın ve inanışlarımızın çok üzerinde seyreder.

Yarım yamalak ve edebi olmayan bir metin ortaya çıkarmak istemem

Şu sıralar hazırlığı içinde olduğunuz yeni bir kitap var mı? Yoksa okuyucunuz yine uzun yıllar sizden yeni bir kitabı beklemek durumunda mı kalacak?

Şu sıra biraz başka alanlarda çalışmam gerektiğini düşünüyorum. Yılların emeğini ve birikimini yeni sundum okurlara. Yeniden kendimi dolduracak bir yapıya hazırlanmak için zaman gerek. Devamlı gündemde olayım diye yarım yamalak ve edebi olmayan bir metin ortaya çıkarmak istemem.

Son olarak, Hemingway sabahın kör saatlerinde, 500 kelime yazmayı takıntı haline getirmiş. Schiller, çürük elmalarla dolu bir çekmecenin yanında, Balzac üzerinde ille de mor bir pelerinle yazıyormuş. :) Peki sizin yazarken ilginç bir ritüeliniz var mı?

Çok demli ve bol limon suyu sıkılmış çaydan başka bir şey gelmiyor aklıma. Dolayısıyla o kadar da renkli değilim sanırım. Bir de ne olursa olsun her gün birkaç cümle ya da paragraf yazarım.

Yorumlar (0)