25.07.2020, 10:27

Yeryüzünde bir kadın ölse hayat bin ölür!

İlla kadınlar, kadın kere kadınlar…

Vezir edeni, rezil edeni… Eş olanı, leş olanı, besmelesiz süt vermeyeni.                                                                                Satılmış kalemiyle, kakılmış bedeniyle… Vajinasını pırlanta sananıyla, aslında teneke olanıyla... Orospusuyla, onurlusuyla, vara ve yoka aldırmayanıyla... 

Dağ gibi duranıyla, durmayanıyla… Doğurmuşu, doğurmamışı hatta sevmişi, tiksinmişi… Alın teri dökeni, kafa koparanı ya da kendi cinsiyle sevişeni. Ya da hiçbiri ya da hepsi…!                                                                                                 

Her kim olursan ol, sen ona el kaldıramazsın, sen onun gölgesine basamazsın ve sen onu yok sayamazsın. Elin kırılır, ruhun ezilir ve yok olursun. Ve senin için acı olan, bunların olduğunu anlamaya beynin de, hücren de yetmez.

Curie, Dietrich ve Zübeyde hiç tanışmadı. Frida, Rita ve Afife birlikte hiç rakı içmedi. Vera, Eva ve Mukaddes hiç geri adım atmadı, vedahi hiç yıkılmadı. Anan, bacın ve sevgilin hiç esirgemedi… Farkındaydılar, hatta kutsal... Kutsal olduklarını görmen için üç kitaba hatim mi lazım, aldığın borç nefesin sahibine senet mi lazım, yoksa rahmin mucizesini inkara had mi lazım…?

Mezarlıkta toplanır şarap içerdik o günlerde. Terlemeye beş kala bıyıklarımız vardı. Çocuk değildik, büyükse hiç değil. İlla çok erkektik. Hiç ölmeyecek hayatlarımız vardı vesselam. Kimi Sivas, kimi Kars, kimi Yozgat ve kimi fark etmezdi, köpek öldüren kardeşliğiydi bizimkisi. Hep gülerdik hiç ağlamazdık, kızlar ve derslerdi derdimiz. O bana baktı, ben bakmadım kadardı aşkımız. Don giyiyor mu, giyiyorsa donu ne renktir kadardı fantezimiz. Anaya bacıya küfür yok kadardı raconumuz. Mezarlıkta toplanır, şarap içerdik o günlerde… Ne Lili Marleen türküsünü bilirdik, ne de Lili Marleen’i... Üç kişi taşıyanıyla bir tabut girdi mezarlıktan, omuz verebilirdik ama boyumuz yetmezdi, alkollü imanımız da izin vermezdi. Kürek atmaya zaten yoktuk. Uzaktan, uzak bir kederle baktık, sadece baktık. Tabuttaki tülbenti süs sandık ve götümüzü döndük. Çünkü biz, mezarlıkta toplanır, şarap içerdik o günlerde. Mahir bir etraflarını turladı, Nazım ince bir iç çekti, Yaşar "Yazık" dedi. Kim bilir hikayesi ne? Tabutun başındaki geride kalanlarına baktım, ağlayan kardeşine ve ağlayamayan adama, ağıttaki anaya… Ecel mi kader mi bilinmezdi ama gerçekti. Çok gerçek. Onca horlanmanın bir sonrasında, tahtı olmuş tabutuyla gidiyordu. İlk kez baş üstünde taşınıyor ve ilk kez çok seviliyordu, uğruna göz yaşı bile dökülüyor, dualarla uğurlanıyordu. Gelin olduğunda da, doğduğunda da hiç bu kadar kıymet görmemişti oysa…

Yağmuru kim döküyor?
Ünzile kaç koyun ediyor?
Dayaktan uslanalı
Hiçbir şey sormuyor

Korkar durur, gitmez
Köyün en son çitine
İnanır o sınırda dünyanın bittiğine
Ünzile insan dölü
Bilinmezlere gebe
Sırların mihnetini
Yükleyip de beline

Varmadan sekizine
Ergin oldu Ünzile
Hem çocuk hem de kadın
On ikisinde ana
Bir gül gibi al ve narin
Bir su gibi saydam ve sakin
...

O gün, bugün biz mezarlıkta toplanmadık, şaraba küfrümüz de oradan başladı… Ne zaman yeryüzünde bir kadın ölse, ister eceliyle ister faili ile hayat bin ölür. Ecele isyan bizde haramdır da, faile kurşun bir o kadar haktır. 
Bela da, kahır da yedi düvelin laneti de, o eli kaldıranlarla olsun…
 

Yorumlar (1)
Zerrin Koyunsağan 4 yıl önce
Çok anlamlı, çok güzel bir yazı olmuş