18.04.2020, 16:00

ZAMANE AMCALARI

Gözlüklerim buhar oldu maskenin yüzünden. Buna bir çare bulmam lazım. Sokağa çıktım, annemle babamın emekli maaşını alacağım. Gerginim.

- “Çok sıra olur oğlum, sen 8 gibi çık!” demişti babam.

- “Bir şey olmaz annecim uyu biraz daha, kahvaltıdan sonra çıkarsın!” diyerek düzeltmişti annem.

İkisini de dinlemedim. Öğleden sonra çıktım. Sokaktayım artık. Etrafa bakınıyorum maskemi düzelterek. Hava güneşli ama hiçbir şey ilgimi çekmiyor. Atmosferin dışına çıkmış bir astronot kadar gerginim. Ellerimde annemin saçını boyamak için kullandığı şeffaf eldivenler, ağzımda maske olduğundan habersiz bir maske ve gözlerimde güneş gözlüğü. Virüsün benimle temasını engelleyecek her yerim kapalı. Üzgünüm virüs başka kapıya! Eczanelerde her şey tükendiği için kendi imkanlarımla kapattım temas bölgelerimi. Bakkalımızın steril eldivenleri Thanos’un sonsuzluk eldiveni ile aynı kıymette görüp 150 liraya satması kendi imkanlarımı yaratmam konusunda destekleyici bir etken oldu. Gerçi Covid-19 ile karşılaşsak halime üzülür, gözlerini benden kaçırır yanında uzun süredir dolaşan Sars virüsünün koluna girerek;

- Her şeyin bir onuru olmalı! Sen çıplak dolaşsan da bulaşmam sana! Duydun mu birader!

Arkamdan bu şekilde bağırdıklarını hayal ediyorum. Sağlık Bakanımız “Virüsü asla muhatap almayın” demişti. “Tedbirlerimizden güçlü değil” demişti. Arkamı dönüp görünmeyen virüse küfür ediyorum. Sonra, hani virüs? Nerde virüs? Hani nerde diyerek dizlerimin üzerine çöküyorum en teatral halimle. Galatasaray Lisesi’nin önünde duran Özel Harekat Polisi beni fark ediyor, küçük bir selam verip toparlanıyorum. Yine kendimi sakinleştiriyorum. Kendim çok huysuz! Bu kadar sevmesem valla ayrılırım kendimden. Başlıyorum telkine;

- Önlemini aldın. Nasıl göründüğünün önemi yok. Bir görev uğruna çıktın. Ethan Hunt’da olsa önlemsiz çıkmazdı. Bu da senin Mission: Impossible’ın. Christopher McQuarrie kadar işin zor değil. Sonuçta adam vasatlaşmak üzere olan seriye zirve yaptırdı. Senin işin daha basit. Görevin ve amacın maaş. Engelin emekli amcalar, nineler. Kötü adamın ise Covid-19. Tamam yapabilirim.

İlk anda hissettiğim yabancı duyguları atıyorum üzerimden. Yürüdükçe gözlüklerimdeki buhar yok oluyor. İstiklal Caddesi’ne doğru kıvrılıyorum. İstiklal sessiz ve kalbi kırık. Gerçi uzun yıllardır kimliğini kaybetmiş bir hali vardı ama en azından geleni gideni eksik olmuyordu. Hayat çok anlamsız diyorum içimden, tam bir boşluğa düşeceğim ilerde bir kalabalık görüyorum. Gözlerimi buharlı gözlüklerimin üzerinden odaklıyorum. Bankanın önünde uzunca bir sıra. Aralarına birer metrelik boşluklar koymuş kır saçlı, kimisi neşeli kimisi gergin bir grup emekli. Polis kimlik kontrollerini yapmış. Hepsi yaş sınırının kapısında belli ki. Ama yine de 18 yaşına girmek üzere olan bir gencin tedirginliği var üzerlerinde. Geriliyorum. Ama sorun yok. Zuhal’i arıyorum.

- Sevgilim. Çok kalabalık. Sırada durursam virüs kapar mıyım sence? Ya da belki ben asemptomatik bir vakayımdır onlara bulaşmasın?

Zuhal uzatmıyor. Böyle şeyleri uzatmayı hiç sevmez zaten. Direkt son perdeden azar tiradıyla lafa giriyor ve aynı hışımla çıkıyor. Kulağımda kapanmış telefonun yarattığı gergin çınlama. Günlük azarımı yiyip kendime geliyorum. Sıranın en arkasına geçiyorum usulca. Dikkat çekmemeye çalışıyorum. Önümdeki emekli amca beni fark ediyor. Hafifçe gülümsüyorum. Beni süzüyor fark ediyorum. Uyanık amcaymış diyorum içimden, İstiklal Caddesi’nde kimseye güvenilmeyeceğini biliyor. Süzme işlemini bitirip yüzüme bakıyor ve gülümsüyor. Ama ağzı maskeli olduğu için maskenin kulağa bağlı ipleri bir kısalıyor bir uzuyor. Yüzünde oluşan bu koreografi devam ederken kahverengi gözleri kırışıklıklara boğulup uzun yıllardır makasa hasret kaşlarının altında yok oluyor. Kendinden emin bir halde gözlerime bakıp;

- Erken emeklilik he?

Diyerek espriyi patlatıyor. Ve gülmeye başlıyor. Onun yüksek sesle salgıladığı seratonin ön sıralara doğru minik amca ve teyze gülüşmeleri ile dolanıp bir dalgalanma yaratıyor. Ama kimse sırasını bozmuyor. Disiplinli ve tecrübeli bir gruplayım en azından diyorum. Şakalar eski olabilir. Önemli olan bugünlerdeki dayanışma ihtiyacımız. Amcadan hoşlanıyorum. Küçük bir muhabbetten sonra anlıyorum ki, amca yaşlı. Yani şunu kast ediyorum. Söylediğim cümlelerin yarısı İstiklal Caddesi’nin biçimsiz taşları üzerine serpiliyor. Her taşın üzerinde başıboş kelimeler. Hiç yeşil alan olmadığı için şehir planlamasına bir darbe de ben vurmuş oluyorum. Sosyal mesafenin etkisi de var ama amca duymuyor. Bu şekilde sohbete devam edemem. Amcayı merak ediyorum. Onu duymak ve anlamak istiyorum. Madem sıradayız, madem artık bir ekibiz o zaman konuşmalıyız. Sosyal mesafeyi asi duygularla biraz esnetiyorum. Ama hala uzağım, amcayı kolluyorum. Sadece amcanın radarındayım artık. Beni duyuyor. Harflerim kocaman tüylü kulaklarından girip oluşturduğu ses dalgalarıyla amcamın deneyimli çekiç, örs ve üzengi kemiğini titretiyor. İşte şimdi başlıyor muhabbet.

Sıra uzun ama İstiklal, amca ve ben muhabbeti körüklüyoruz. Anlıyorum ki amca aynı zamanda film sever. Hemen ilerimizde bulunan Atlas Sineması’nda izlediği filmleri anlatıyor. Emek Sineması’nda yediği Frigo’lardan girip Sine Pop’un patlamış mısırında yuvarlanıyoruz.

- Torunlarıma da anlatıyorum. Sinemalar, hikayeler olmazsa hayat çekilmez. Evde açıyorlar hep Demir Adam, Kaptan Amerika. Tamam Tony Stark ölünce hepimiz ağladık ama ben sevmiyorum çok onları. Bana gerilim dolu bir hikaye lazım. Yavaş yavaş pişecek, seni ele geçirecek bir hikaye diyor.

O sırada gruptan ayrılan başka bir emekliye gözünü çeviriyor. Bak diyor, sessiz sakin kimseye zarar vermeyecek nazik biri. Cebinde bir tomar para, belki başka bir iş çeviriyor. Belki kartele karıştı kim bilir.

-Amcacım Erol Dernek sokakta ne karteli? Burada olsa olsa Yeşilçam kahvehanesinde mafya rolü oynamış birkaç yalnız emekçi sinemacı ağabeyimiz vardır.

Gözlerini kısıyor, çok toysun ufaklık der gibi bir bakış atıyor. Anlıyorum ki amca yaşlı olduğu kadar hayalperest. Tam benlik. Aklıma tam amcamın beklentilerini karşılayacak uygun bir dizi geliyor. Amca senin torunlarda Netflix var mı?

- Biz de Apple, Amazon Prime hepsi var.

Vay be diyorum içimden. Bu sıradan bir amca değil. Neden hoşlandığımı şimdi anlıyorum. Bu amcanın bir üst modeli. Amca 8s adeta. O zaman amca tam senlik bir dizi var. Sana tavsiye edeyim. Bakıyor bana. Güvenip güvenmemesi gerektiğini analiz ediyor tecrübeli nöronları. Tamam madem, anlat diyor, sıra bana gelmeden.

Amcacım bak Ozark diye bir dizi var Netflix’de. 2017 yapımı hala devam ediyor. Jason Bateman baş rolünde. Aynı zamanda yapımcı ve yönetmen. Chicago’da yaşayan gayet sıradan bir ailenin ve bu ailenin finans üzerine danışmanlık şirketi olan babası Marty Byrde’ın gerilim dolu hikayesini anlatıyor dizi. İki çocuklu aile reisi Marty başını Meksika karteli ile belaya sokunca ailesiyle birlikte Missouri’de bulunan Ozark’a yerleşiyorlar. İlk bölüm zımba gibi. Hemen yakalıyor seni. Kartel falan diyorsun madem, bayılırsın bence. Ayrıca sen Jason Bateman’ı biliyorsundur. Birinci sınıf bir adam. Daha çok işte izlemek istediğim müthiş bir yönetmen bir aktör. Marty Byrde’ın sakin kibar yüzlü tavrını o kadar güzel yorumluyor ki. İşte diyorsun bu ince performans ve iyi yazılmış karakter yan yana gelince bir roman tadı veriyor. Tam olarak bu tarz yavaş yavaş ama büyük bir gerilimle ilerleyen dizinin merkezi öyküden çok karakterler oluyor. Seni bilmem amca ama karakterler bazen öyküden daha önemlidir. Orijinal hikaye nedir tartışmalarına en iyi cevap orijinal karakterlerdir. Büyük bir zarafetle işlenmiş karakterler hikayenin adeta motoru olur. Hele bir de muhteşem basitlikte geniş resimlerle uzaktan gördüğümüz sahneler, sakin kurgusu öykünün zirvesine o kadar güzel hizmet ediyor ki. Evet yavaş ilerliyor, evet izlemesi kolay değil. Dedim ya, bir roman adeta. Büyük performanslarla, kusursuz ve istediğini bilen rejisiyle, dallanıp budaklanan yan hikayelerle, yeni düşmanlarla genişleyen bir suç evreni. Ve sabırlı olursanız sizi ele geçiriyor.

Marty’nin eşi Wendy Bryde rolünde Laura Linney var. Müthiş yetenekli bir kadın Truman Show’da iki dünya arasında sıkışıp kalan Meryl Burbank performansı gözümün önünde hala. Laura Linney, Wendy’de olgunluk performanslarından birini çıkarıyor. Oyun yazarı ve romancı Romolus Linney’in de kızı. Tiyatronun içine doğmuş bir kadın. Her ünlü şahsiyetin çocuğu yeteneksiz olmuyor tabi. Golden Globe ödüllü Laura öykü ilerledikçe Wendy rolünü ve onun seçimlerini o kadar inandırıcı hale getiriyor ki başlarda Breaking Bad’in Skyler’ı gibi mi acaba sorumuzu daha karmaşık bir hale getiriyor. Dizinin çok iyi yazılan bir başka başrol karakteri Wendy ve şu sıralar 3. sezonu gelen diziye katkısı muazzam.

- Skyler’ı hiç sevmem.

- Ben de amcacım.

Ama Breaking Bad’le benzeşen bir öykü bu. Ve bu durum Ozark’ı ikinci sınıf yapmıyor. Kendisine benzeyen onlarca öyküden rehberlik alıp orijinal karakterler ve gerilimli bir evren yaratıyorlar. Bu sırada amca derin bir kederle;

- Breaking Bad inanılmazdı ama!

- Evet amcacım. Vince Gilligan büyük adam.

Bu esnada amcamın önünde benim çenemden sıkılmış olan minik teyze çektiği parasını parmağına tükürerek sayıyor.

- Teyzecim virüs en çok parayla geçiyormuş, diyorum.

- Çok para değil zaten diyor benim emekli maaşım.

Anlıyorum ki, teyze muhalif. Öyküme girdiği gibi çıkıp uzaklaşıyor. Sıra amcada. Artık ilişkimiz daha mesafeli. Posa şifre girerken birbirinden çekinen iki yabancıya dönüşüyoruz birden amcayla. Oysa ki hikayeler nasıl da yakınlaştırmıştı bizi. Lafın yarıda kaldı bitir diyor.

- Amcacım dediğim gibi bu bir suç dizisi. Bulaşılmaması gereken insanlar, yapılmaması gereken hatalar ve müthiş tansiyon. Çoğu bilindik hikaye. Ama bu tarz hikayelerde orijinal olan şey artık karakterler. Yazarların onları ele alış şekli ve yönetmenlik. Total bir hikaye anlatıcılığı başarısı Ozark. Mutlaka izlemelisin. Dizi 3. sezonunda ve çok iyi gidiyor. Ben de eve gidip izleyeceğim birazdan, son sezonu bitirmedim hala.

Amca sessizleşiyor birden. Anlattıklarım hoşuna gitmedi sanırım. Kartını makineden çıkarıp cüzdanına koyarken elleri titriyor. Yüzünde bir dehşet ifadesi. Amca iyi misin diye atılıyorum hemen sosyal mesafeyi unutarak. Amcamın gözlerinden iki damla yaş süzülüyor aniden. Ne oluyor anlamıyorum. Bana dönüyor maskesine rağmen büküldüğü belli olan dudakları kıpırdıyor;

-Bugün ayın kaçı evlat?

-17’si amca..

-Hadi ya, benim maaş 18’inde yatıyor…

Yorumlar (0)