18.04.2020, 19:47

Bizi bu durumdan kurtaracak 5 kaçış filmi

Sinema literatüründe her ne kadar gerçekleri gösteriyormuş savından hareket edip, aslında yanıltıcı bir gerçeğin kitlelere empoze edilmesi gibi güçlü bir anlamı olsa da halk nezdinde seyircinin kendisini oyaladığı, avuttuğu ya da düşsel durumlarla onu günlük gerçeklerden ve dertlerden uzaklaştırdığı filmler için kullandığı bir kavram olan “kaçış sineması” özellikle şu an içinde olduğumuz böylesi güç ve çetin bir dönemde kafamızı dağıtmak için en güzel yollardan biri olabilir.

Pek çok kişiden, kitap okumaya veya uzun bir şeyler seyretmeye çalıştığında şu sıralar konsantre olmakta zorlandığını duyuyorum.

O yüzden bu hafta çekim teknikleriyle sürrealist dünyalara doğru sizi düşsel bir yolculuğa çıkaracak, ele aldığı konuları itibariyle sizi çok fazla yormayacak, kimi zaman tiksindirecek ama çoğu zaman eğlendirecek yine de bittiğinde ‘Vay be iyi ki seyretmişim’ diyebileceğiniz sinema tarihinde artık kült olmuş filmler arasından bir seçki sunmak istedim.

Cremaster 3

Yönetmen: Matthew Barney / Oyuncular: Richard Serra, Matthew Barney, Aimee Mullins / Süre: 182 dakika

Cremaster 3 The Order, avangard sinema tarihinin en yaratıcı ve zeki yönetmenlerinden biri olan Amerikalı heykeltıraş ve video sanatçısı Matthew Barney’in seyrinin yanı sıra okuması da bir hayli zor olan beş filmden oluşan Cremaster serisinin son çalışmasıdır.

Serinin kendi içindeki numeratik döngüsünden (4,1,5,2,3) filmin adına, işlediği temalardan kullandığı görsellere kadar postmodern sinemaya dair yabancılaştırma biçimiyle izleyiciye patolojik bir seyir sağladığından söz etmek mümkün.

Ülkemizde !f İstanbul 3. AFM Uluslararası Bağımsız Film Festivali’nde “Yeni Bakışlar” kategorisinde gösterilmiş olan film Amerikan kültüründeki güç, iktidarsızlık ve şiddet kavramlarını cinsel dönüşüm anlatılarıyla irdeleyen seriden farklı olarak Kelt mitolojisinden başlayıp New York’taki Chrysler Binası inşaatı sırasındaki masonik ritüeller ile yoğunlaşmış mimarlık teorisi, heykeller, heykeltıraşlar ve bir bütün olarak heykel yönleri ile dolu serinin en uzun, yoğun, karmaşık ve en gizemli versiyonudur.

Film hiçbir sözlü diyalog olmamasına karşın sürreal ve fantastik bir dünyanın görsel şöleni ile sarhoş edicidir.

House “Hausu”

Yönetmen: Nobuhiko Obayashi / Oyuncular: Kimiko Ikegami, Miki Jinbo, Ai Matubara, Kumiko Oba, Mieko Sato, Eriko Tanaka, Masayo Miyako, Yōko Minamida / Süre: 88 dakika

Japon basının, geçen hafta yani 9 Nisan’da uzun süredir mücadele ettiği hastalığına yenik düşerek 82 yaşında hayata veda ettiğini bildirdiği Japonya’nın en üretken film yapımcılarından Nobuhiko Obayashi’nin kırktan fazla film, binlerce TV şovu, reklam ve diğer video çalışmaları arasında yer alan bir korku komedi filmi olan House (Hausu), onun kült olmuş en önemli filmlerinden biridir.

Japonya’da yaşayan Angel, okulunun kapanmasıyla birlikte İtalya’da film müzikleri yapan babasıyla yaz tatilini baş başa geçirmenin hayallerini kurmaktadır. Fakat babasının eve yeni bir üvey anne ile döndüğünü gören Angel, yıllar önce ölen annesine ihanet edildiğini düşünerek bu birlikteliği kabul etmez ve tatili babasıyla geçirmek istemez.

Bunun üzerine uzun zamandır görüşmediği teyzesine onu ziyaret etmek istediği ile ilgili bir mektup yazar. Teyzesinin sabırsızlıkla onu beklediği haberi üzerine okuldaki arkadaşlarıyla bu kırsala yaptığı yolculuk sonunda gittikleri evden bir daha çıkmaları mümkün olmaz.

Japon reklam sektöründe yirmi yıllık bir deneyimden sonra kızının hayal gücünden ve kendi çocukluğundan aldığı ilham ile bu filmi çekmeye karar veren Nobuhiko Ohbayashi, 1978 yılında aldığı Mavi Kurdela Ödülü (Blue Ribbon Award) ile adını en iyi yeni yönetmenler arasına yazdırmış, aynı zamanda sinemada yapaylaştırıcı denebilecek manipüle edilmiş fotoğraf montajları, animasyonlar ve katmanlı görüntüleri, stop-motion ve hızlandırılmış çekimleri gibi unsurların erken dönem tekniklerini radikal bir şekilde kullanarak tartışılmaya değer perili ev filmleri arasına girerek sinema tarihinin kayıtlarına geçmiştir.

Finisterrae

Yönetmen: Sergio Caballero / Oyuncular: Rosanna Walls, Pau Nubiola, Santi Serra, Pavel Lukiyanov, Yuri Mykhaylychenko / Süre: 80 dakika

45 yaşındaki yazar-yönetmen Sergio Caballero’nun ilk yönetmenlik denemesi olan Finisterrae hayalet olmaktan yorulmuş, varoluşsal bir krizin ortasında depresif sıra dışı iki hayaletin hikayesini anlatmaktadır.

Kendilerini bulma yolunda manevi bir arayış içinde olan bu garip hayaletler yeniden doğuş umuduyla dünyevi bir hayata geçiş yapabilmek için bir kâhine danıştıktan sonra bir at ve bir tekerlekli sandalye ile dünyanın sonundaki büyülü bir kapıya ulaşabilmek uğruna belirsizlik içinde Kuzeybatı İspanya ile St. James Way istikametindeki Hıristiyan hac yolunda bir seyahate çıkarlar.

Başlangıçta şaşırtan ve rahatsız eden, sonrasında sevimlilikleriyle sinsice aldatan, sonunda ise oldukça göz kamaştıran “Finisterrae” herkesin beğenisine uygun olmasa da çılgınlığın eşiğindeki fantastik yapısı, harika müzikleri ve Eduard Grau’un yönetimindeki muazzam görüntüler ile sebat gösteren sabırlı ve hoşgörülü seyircisini doğrusu ödüllendiriyor. Sahnelerin birbirini takip etme kuralı için herhangi bir girişimde bulunulmamış ve pek çok saçmalıklar ile dolu olmasına karşın oldukça başarılı sinematografisi ve performansları ile beklenilenden çok daha fazla hareketli bulacağınız 2011 Rotterdam Kaplan Ödülü’nü de alan bu film, !f İstanbul 11. Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nin de öne çıkan yapımları arasındaydı.

Pink Flamingos

Yönetmen: John Waters / Oyuncular: Divine, David Lochary, Mary Vivian Pearce / Süre: 108 dakika

Medyanın “Dünyanın En İğrenç İnsanı” olarak meşhur ettiği Divine adındaki travesti, sadist eğilimli cinsel zevkleri olan oğlu Crackers, röntgenlemekten büyük haz alan hayat arkadaşı Cotton ve akıl sağlığı bozuk olan yumurta bağımlısı annesi Edie ile birlikte Baltimore yakınlarındaki ormanda bir karavanda saklanarak yaşamaktadır.

Ancak porno sektöründe markalaşan, cinsel sapıklıkta rütbe sahibi olan Connie ve Raymond Marble çifti, uyuşturucu pazarındaki başarıları, kaçırdıkları genç kızları hamile bırakıp doğan çocukları lezbiyen çiftlere satma girişimleri yüzünden bu şöhreti ve unvanı kendilerinin hak ettiklerini düşünmektedirler.

John Waters, şok eden sahneleri, tiksinti duygularınızı coşturacak rahatsız edici eylemleri içeren bu sıra dışı çalışmasında Amerikan kültürünün yüzeyselliğini irdelerken Don Featherstone imzasıyla 20’nci yüzyılın tasarım klasiği olarak piyasaya sürülen ve olur olmadık her yerde kullanılarak estetik çizgisinden çıkıp çok çok çok kötü bir görsel tat bırakma imgesine dönüştürülen Pink Flamingos üzerinden Amerika’nın tüketim kültüründeki sığ saplantılara alaycı bir bakış açısını da yansıtmaktadır.

The Room

Yönetmen: Tommy Wiseau / Oyuncular: Tommy Wiseau, Juliette Danielle, Greg Sestero, Philip Haldiman, Carolyn Minnott / Süre: 99 dakika

6 milyon dolarlık bütçeyle ve üstelik tamamen kişisel bir finansal kaynakla çekilmiş bir film düşünün. Fakat bu öyle bir film ki yüksek yapım bütçesine rağmen vizyona girdiği dönemde kendisine tek bir salonda gösterim imkânı bulup sadece 1,800 dolar civarında bir gişe hasılatı elde etsin. Bu da yetmezmiş gibi “21. yüzyılın en kötü filmi” olarak dünya sinema tarihinin kayıtlarına geçsin.

Sinefiller eminim “tüm zamanların en kötü filmi” dediğimde bunun hangi film olduğunu şıp diye anlamıştır. Artık gece yarısı sinema kuşakları içinde klasikleşen ve yıllar sonra bile popülerliğini koruyarak yıllar içinde bir kült film haline dönüşen 2003 yapım The Room mükemmel bir adamın bir ilişki sarmalında gün be gün psikolojik olarak çöküşünü ve nihayetinde yok oluşunu anlatan dramatik fakat bana göre deneysel bir film.

Şu an filme dair spoiler verdiğimi düşünmeyin. Zira hiçbir spoiler bu filmdeki sürrealizmi ve sürprizleri bozamaz. Hatta seyretmeden bu eleştirileri anlamanızı sağlayamaz.

Filmin baş karakteri Johnny başarılı bir bankacıdır ve sakin bir hayatı vardır. Doğduğu yer olan San Francisco’da hayatını sürdüren adamın Lisa adında bir nişanlısı vardır ve birlikte yaşamaktadırlar. Ancak sakin hayatları bir anda çarpıcı ve geri dönülmez bir değişime uğrar. Lisa, Johnny’den sıkılmaya başlamıştır ve heyecan duygusunu özlemiştir. Bunun üzerine genç kadın, nişanlısının en yakın arkadaşı olan Mark’ı baştan çıkartmaya karar verir. Söz konusu üçlü için artık hiçbir şey aynı olmayacaktır.

Fimin yönetmen koltuğunda oturan Tommy Wiseau aynı zamanda filmin senaristliğini ve başrolünü de üstleniyor. Filmin başrollerinde kendisine Juliette Danielle ve Greg Sestero eşlik ediyor.

Yorumlar (0)