Cinema Jazireh filminin yönetmeni Gözde Kural: "Bizi ayıran şeylere bakmaya çok teşneyiz"
Cinema Jazireh hem dünya festivallerinde hem de Türkiye'de çok ses getiren filmlerden biri oldu. Bugün ve yarın İstanbul'da Suç ve Ceza Film Festivali'nde gösterilen filmin yönetmeni Gözde Kural, yapımcısı Bulut Reyhanoğlu ve başrol oyuncularından Mazlum Sümer'le bir araya gelip filmin yolculuğunu, dünyanın halini ve cesareti konuştuk. Gözde Kural, "Bizi ayıran şeyler bakmaya çok teşneyiz, Neyi sevmediğimize dair acayip keskin şeylerimiz var. Sevmeyeceği şeye tutunuyorlar" diyor
Bir evren düşünün. Kadın olduğunuz için yok sayılıyorsunuz, çocuk olduğunuz için yok sayılıyorsunuz, özgür değilsiniz, mutlu değilsiniz, huzurlu değilsiniz, rahat değilsiniz, istismar ediliyorsunuz… Esaretlerinize bile bildiğiniz yerden geldiği için körü körüne bağlısınız. Ama umut etmekten vazgeçmiyorsunuz. Umut sizinle saklambaç oynasa da sonunda gelip “sobe” diyeceğine sonuna kadar inanıyorsunuz. Benim için Gözde Kural’ın yönetmenliğini üstlendiği, bu yıl Türkiye prömiyerini 32. Adana Altın Koza Film Festivali’nde yapan, şu anda 15. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali'nde gösterilen “Cinema Jazireh” filmi tam da bunu anlatıyor. Yönetmen Gözde Kural için ise dünyanın sonu olan Afganistan’dan dünyaya bakış bu film. Bu yılın en merak ettiğim filmlerinden biriydi Cinema Jazireh. Çünkü ikinci filmini çeken ve yine hikayesini Afganistan’dan anlatan Gözde Kural’ın sineması beni heyecanlandırıyor. Yapımcısı Bulut Reyhanoğlu’nun bağımsız sinemada seçtiği filmlerin çeşitliliği merak duygumu cezbediyor. Bir de birkaç yıl önce Diyarbakır’da bir araya geldiğimiz bir festivalde yapımcı Bulut Reyhanoğlu ve yönetmen Gözde Kural'ın ilk heyecanlarına şahit olanlardanım. Cinema Jazireh bugün 16.30'da Beyoğlu Sineması'nda, yarın 19.00'da Caddebostan Kültür Merkezi'nde gösterimde... Kaçırmayın!

- Film bize Afganistan’ı anlatıyor. Ve beş yıl süren bir çalışma süreciniz oldu. Zorlu mu geçti?
Gözde Kural: Yaklaşık beş sene sürdü. Ama sürer zaten, normal bu kadar sürede film yapmak. Üç senede iki film çekemezsin. Film, korkunç enerji isteyen bir şey, hikayeye can vermen gerekiyor. Ben bunu yapabilir miyim, bilmiyorum. Afganistan’a gelirsek; bu benim kişisel yolculuğum. Filmde bahsettiğimiz konular sadece Afganistan’ın sırtında olan konular değil.
- Aslında siz bu filme başladığınızda yaşadığımız coğrafyada korkuyu bu kadar iliklerimize kadar hissettiğimiz bir dönemde değildik. Bugün ağzını açan tutuklanacak mıyım diye düşünürken, filmin Afganistan üzerinden Türkiye’nin dönüştüğü yeri resmetmesi de çok vurucu… Aynı zamanda maalesef sizler için de korkutucu galiba…
Bulut Reyhanoğlu: Ben her zaman Gözde’ye de söylüyorum. Yaptığımız işten gerçekten gurur duyuyorum. Bak söylerken ses tonum bile değişiyor. Hiçbir zaman başımıza bir felaket gelir mi diye de düşünmedim. Tam tersi felakete uğrayan insanlara bir umut olur muyuz diye yola çıktım. Bana yıllar önce “Türkiye'den gitmeyi düşünüyor musun?” diye sormuşlardı. Onlara verdiğim cevap şuydu: “Ben bu topraklarda doğdum, yapımcılık yapıyorum ve bu topraklardan filmler yapmak istiyorum. Dolayısıyla da buradan giderek bir değer kazanmam, değer kaybederim. Ama bir gün kapıma da gelirlerse, birisi de benim filmimi yapar. Bu kadar basit.” Bizim için en önemli şey şuydu: Herkes filme inandı. O yüzden de çok sevdiğim ve çok gurur duyduğum bir film ortaya çıktı.
Gözde Kural: Tam olarak sonunu düşünen kahraman olamaz. Hedef belli, deniz yarılabilir ama sen öyle ya da böyle gideceksin.
BENİM KONFOR ALANIM KONFORSUZLUK
- Gözde sen politik sinema yapan bir yönetmen olarak mı yola çıktın yoksa yol seni buraya mı sürükledi?
Gözde Kural: Ben politik biriyim ve süreçte daha da politikleştim. Hiçbir şey üreticisinden bağımsız olmadığı için bu filmlere de yansıyor. Benim konfor alanım konforsuzluk aslında… Ama bu tanımı zaman gösterecek bize. Şu anda daha ikinci filmimi çektim. Bundan sonra ne olacak, nasıl olacak? Aklımda bir şeyler var. Üçüncü filmden sonra belli olacak bence… Çünkü bir yönetmenin sinemaya dair kimliği öyle oluşuyor. Göreceğiz ne yapacağız ama içinde bulunduğumuz durumdan bağımsız olmaz. Olmasın da zaten! Bence buna da çok ihtiyacımız var. Bazen söylemek istediklerini filmlerde izliyorsun. Ben öyle filmleri sevenlerdenim.
- Ben filmi izlerken orayı Afganistan olarak hissetmedim. Kendi sıkışmışlığımı, çaresizliğimi iliklerime kadar hissettim ama umudu bekleyişim de aynı yerden titreşti. O nedenle ben Türkiye’yi izledim. Ancak filmi izleyip muhalefet edenler var…
Gözde Kural: Benim gördüğüm film izleyenleri ikiye bölmüş, sevenler ve sevmeyenler. İyi ki gri alanda olanlar yok. Demek ki tartıştırmışız, bu kıymetli. Bakın ben Afganistan’a dünyanın sonu diyorum. Tabii ki dünyanın sonu değil ama benim metaforik anlatımımda dünyanın sonu. Çünkü o sistem çöktü, hiçbir şey çalışmıyor. Çok ciddi insan hakları ihlali var. Savaş bir yandan, fakirlik, açlık, çocuk ölümleri diğer yandan karşınıza çıkıyor. İzleyicilerin de ikiye bölünmesi güzel… Masalarda tartışıldığını görmek, “Bu sıkışmışlığı ben de hissediyorum” diyenleri duymak önemli. Bu yüzden 5 sene bekledik zaten. Bunu yapabilmek, sindirebilmek için…
- Afganistan’a olan tutkunun kaynağı ne?
Gözde Kural: Bu benim kişisel yolculuğum olarak başladı. Ben dünyayı anlamak istedim. Burası neresi, nerede yaşıyoruz? Ben Ankara-Çankaya’da çok steril, küçük bir dünyada büyüdüm. Bu dünyanın ilerisindeki başka dünyaları merak ettim. Sen kimsin, nerede yaşıyorsun, diğeri neden orada yaşıyor? Bunları sorguladım, büyüdüğüm evde adalet çok önemlidir. Her şey adalet üzerine kuruludur. Hani büyürken çocuk kavgaları, gençlik kavgaları olur ya, ben o kavgalarda hep vardım. Agresif bir çocuktum. Zarar veriyorum ama içimde de inanılmaz bir sevgi, sevme ihtiyacı var. Tek çocuktum ama herkese sevgi vermek istiyordum. Bunu nasıl göstereceğimi bilmediğim için de öfkeye dönüşüyordu. Halbuki yola sevgi diye çıkıyordum. Sonra annem bana “Önce yaralarına bak, sonra yaralarını sev. Ondan sonra da sadece sevmeyi dene” demişti. Ben o yaralara nasıl dokunacağımı anlamamıştım. Yaş aldıkça dünyayı anlama isteğim çoğaldı ve dünyanın yaralarından birini anlamak üzerine Afganistan'a gittim. Ve öğrendim; bir şeyi sevmek her haliyle onu değiştirmeden sevebilmek aslında. Dolayısıyla Afganistan bana bir insanı bile nasıl seveceğimi gösterdi.
İNANDIĞIN ŞEYE İNANDIRMAK KOLAY OLUYORMUŞ

- Bir kadın olarak Afganistan’a gitme fikri bile aşırı tehlikeli değil mi?
Gözde Kural: Ben dayak yemeye gittim, o nedenle de dayak yemekten korkmam. O dünyanın gerçekliğiyle yüzleşmek çok zor bir şey. Belki de bu hayattaki en zor şeydi. Ben Afganistan’a sorular sormuştum, döndükten sonra o bana sorular sormaya başladı. Yine Afganistan hikayesi çektin diyeceklerini biliyordum, hissediyordum ama sonra “Ne düşündüklerinin ne önemi var ki?” dedim. Bu benim yaşamım. Her şey seyirciyle ilgili değil! Bu yaşamda benim bir yolculuğum var. Kimseye de “İzle” diye dayatmıyorum. Evet, yine Afganistan! Çünkü bu hikayeyi bitirmezsem devam edemeyeceğim. Orada geçirilen vakitlerden sonra burada onların yüküyle yaşamak da kolay değildi. Dolayısıyla yazarak iyileştim.
- Bulut sen bir geldin, pir geldin bu sektöre… Her filme de girmezsin. Ne oldu da bu filme inandın? Siz nasıl buluştunuz?
Bulut Reyhanoğlu: Ben bir filmi kalbimde hissetmezsem, sadece birisi “Gel film yapalım” dedi diye yapacak bir insan değilim. Gerçekten o filmi hissetmem lazım. Ondan sonra da beni nereye götürecek diye sonuna hiç bakmam. Ne kazanacağım diye düşünmem. Benim için tek bir şey var; hikayeye inanmak. Sonra da yönetmene… Biz yaklaşık 5 yıldır beraber çalışıyoruz. Birbirimize kapılarımızı da yavaş yavaş açtık. Bir omurgayı beraber inşa ettik. Sete gittiğimiz gün artık bir bütün olmuştuk. Hikaye ortak bir arkadaşımız aracılığıyla geldi ve gece okuyup hemen “Muhteşem hikaye, eline sağlık” diye mesaj attım Gözde’ye… Pandemi dönemiydi ve her şeyi yapmak zordu. Bir de Afgan filmi yapmak imkansızdı. Birisine gittiğin zaman “Bunu çok zor yaparsınız” diyorlardı. Ben Karadenizliyim, Gözde’nin de yarısı Karadenizli, yani biz inadız. Yeter ki birisi bana “Bunu yapamazsın” desin, inat eder yaparım. (Gülüyoruz) İşin şakası tabii biraz da ama ben işimize inandım. İnandığın şeye inandırmak kolay oluyormuş. Hepimiz bir koldan çalıştık. O nedenle bize destek veren herkese çok teşekkür ederiz. Bir de senin de olduğun bir Antalya Film Festivali’nde arka bahçede otururken sinema dünyası beni garip buluyordu ve “Bu adam nereden geldi?” diye sorguluyordu. Birisi bana “Ne yapmak istiyorsun?” diye sordu. “Bir kadın yönetmenle uluslararası arenada olacağımız bir film yapmak istiyorum” dedim. Oradan birisi “Abi yönetmenin kadını erkeği olmaz” dedi. Düşündüm ve hak verdim. Ben o gün çok güzel bir şey öğrendim. O kişi Gözde Kural’dı.
Gözde Kural: Yönetmeni uzun ve kısa metraj yönetmeni diye ayırmaktan da nefret ederim. Yönetmen yönetmendir.
Bulut Reyhanoğlu: Biz Gözde'yle başladıktan sonra ortak yapımcılarımız, yatırımcılarımız oldu. Uluslararası arenada fonlar kullandık. Film kendi içinde büyüdü. Bulgaristan, Romanya, İran var filmde... Sofya'dan da senaryo desteği almıştı zaten.

- Bulut sen Zenne fiminin yapımcılarından biriymişsin, ben az önce öğrendim. Ve o filmde Ahmet’i Diyarbakırlı bir oyuncu olan Erkan Avcı oynamıştı ve şahane bir performanstı. Ne tesadüf, Cinema Jazireh filminde de zenne Zabur’a hayat veren Mazlum Sümer’de Diyarbakırlı. Mazlum filmi izlerken Türk olduğunu asla anlamadım. Ve böyle bir oyuncu tanıdığım için çok mutluyum. Peki, senin tarafından hikaye nasıl başladı?
Mazlum Sümer: Ben sporcuydum. Bisikletçiydim ve birinciliğim vardı. 15 yaşındayken katıldığım bir yarışın sonunda bizi Dicle Üniversitesi’ne davet ettiler. Orada ilk defa tiyatro oyunu izledim ve çok etkilendim. İnsanların tepkileri, alkışları çok etkiledi beni. Şimdi sizinle konuşuyorum ya, o zamanlar özgüvensizlikten konuşamazdım. Ama bana ne olduğunu bilmiyorum, o oyunu izledikten sonra ertesi gün özel bir tiyatroya yazıldım. Şansım yaver gitti, üçüncü ayın sonunda yetişkin oyununda oynadım. İnsanların tepkilerini görünce için daha da hoşuma gitmeye başladı. 20 yaşıma geldiğimde biraz da ailemin “Devlet memuru ol” baskısı başladı. Ailem oyunculuk tutkumu başta anlamadı, çünkü sülalemizde hiç bunlara ilgi duyan biri yoktu. O yüzden ne kadar anlatsam anlamıyorlardı. Ben de biraz inatçıyım tabii… Ama Devlet Tiyatrosu’na girdim. Onların da istediği oldu. Ailede herkes çok mutlu oldu. Küçük yaşta devlet memuru oldum.
- Ama fazla kalamadın galiba…
Mazlum Sümer: Bir sezon çalıştım. Hem pandemi oldu hem de benim için yeterliydi. Ben daha başka bir şeye ulaşmak istiyordum. Pandemi döneminde İstanbul’a geldim. Hiçbir şeyim yoktu, çok yanlış bir zamanda geldim aslında. İstanbul’a ilk defa gelmiyordum ama ilk kez yerleşmeye gelmiştim. İki sene kadar İstanbul’u tanımaya, anlamaya çalıştım. Sonra küçük küçük işler almaya başladım. Tiyatroya girdim ama yürütemedim. Maddi imkansızlıklar var ve hayatını devam ettirmen gerekiyor. O nedenle tiyatroyu bıraktım. Dizi ve sinema alanında çalışmaya çabalarken bir senarist abim beni aradı, “Mazlum nerdesin?” dedi. Nerede olduğumu söyledim, “Yan sokağımdasın, gelsene seni biriyle tanıştıracağım” dedi. Benim sürekli işlerin olmamasından dolayı moralim o kadar bozuktu ki, “Abi bir şey olmayacaksa ben arkadaşlarımla oturmak istiyorum” dedim. Bana “Mazlum gelir misin?” dedi tekrar. Kalkıp gittim ve Gözde’yle tanıştırdı.
- İşin ne zaman, nerede geleceği belli olmuyor işte…
Mazlum Sümer: Evet. Gittiğimde öyle oturup uzun uzun konuşabileceğimiz bir ortam değildi. Gözde sağ olsun, “Biz yarın görüşelim, sabah bir kahve içeriz” dedi. Sonra sabah oturduk. Senaryoyu anlattı, “Ben bu karakter ile yolda karşılaşacağıma inandım. Sen olur musun, bilmiyorum. Çok zor bir rol, farklı bir dilde ve böyle bir karakteri oynayabilecek misin?” dedi. Ben çok heyecanlı olduğum için “Tabii ki de oynayabilirim” dedim. Sonra senaryoyu gönderdi, okuduk, çalıştık… 3-4 ay geçti aradan, ben hala olur muyum olmaz mıyım bilmiyorum ama karaktere yavaş yavaş hazırlanmaya başladım. Afgan Farsça’sını dilime yerleştirmeye çalışıyordum. Sonra bir gün Gözde aradı, görüştük. Sonra sabahları yürüyüş yapmaya, kahve içmeye başladık. Çocukluğumuzdan, Zabur’dan konuşuyorduk. Sonra ben eve gelip üstüne düşünür, bir şey buldum diye Gözde’ye giderdim. Filme bu şekilde hazırlandık ve şimdi karşınızdayız.
- İlk defa Karlovy Vary’de izledin filmi. Ne hissettin Mazlum?
Mazlum Sümer: Gerçekten kendimle gurur duydum. Böyle bir işin içinde olduğum için hem çok mutlu hem de gururluydum. Bütün hayallerimi aynı gün yaşadım. Zabur her oyuncunun oynamak isteyeceği bir karakter. Ve bana çok şey öğretti Zabur.
- Karakter zaten çok zor. Farklı bir dilde oynuyorsun, cinsiyetler arası geçişleri gösteriyorsun, evin annesi rolünü üstlenen 1920 yaşlarında birini oynuyorsun. Ve 20 yaşında zennelikten emekli oluyorsun. O kadar sinir bozucu ki, ben filmden içime bir şey oturmuş gibi çıktım. Ama oyunculuk açısından bakarsak herkese nasip olmayacak çok özel bir rol, şanslısın…
Mazlum Sümer: Kesinlikle. Başka dilde oynamak beni biraz korkutmuştu. Çünkü ne kadar ezber yapsan da karşında ana dilinde oynayan insanlar var. Bir şekilde oldu ama…
Bulut Reyhanoğlu: Son sahne beni hep yıkar. Çekilirken de mahvoldum.
Gözde Kural: Sahne bitti ve ben koridora bir çıktım, herkes ağlıyordu. Norveçliler, Bulgarlar bile alıyordu.
Bulut Reyhanoğlu: O boşlukta o ses öyle bir yankılanıyordu ki, “Helal olsun” dedim. Şoförler bile ağlıyordu. Unutmam o sahneyi… Sonra Gözde geldi, “Ağabey bitti” dedi ve ben ağlamaya başladım.
- Film “Ümit” kelimesiyle başlıyor ve biterken de bize sen şimdi görünmesen bile orada olduğunu biliyoruz umut dedi.
Gözde Kural: Benim aslında tam olarak konuşmak istediğim şey bu! Bizi ayıran şeylere bakmaya çok teşneyiz. Neyi sevmediğimize dair acayip keskin şeylerimiz var. Sevmeyeceği şeye tutunuyorlar. Halbuki bizi birleştiren şeylere odaklandak karlı çıkacağız, hem de birbirimize tutunacağız. Umutsuz umut nedir abi? Fransa’da yaşayan biri için o gün ekmek ya da çorba bulabilmek bir umut değil ama Filistinli bir çocuk için bir çorba umut! Zaten bir gün hepimiz öleceğiz. Ama yaşam, yaşamak duygusu çok kuvvetli. Lütfen ölümü bu kadar kutsamayın. Ümide ne olduğunu bilmiyoruz ki!

- Dünyada çocuk istismarı meselesini göstermeden anlatmak bir tercihken sen neden açık açık gösterdin, bu bir başkaldırı mı?
Gözde Kural: Biz bunu aslında Zabur üzerinden gölgelerden görüyoruz. FiBu çocukların başına ne geleceğini görüyoruz. Birbirimizle konuşmazsak, çocuk istismarı fikri kötü. Ama gözünle görürsen çok kötü. Artık başka türlü bir empatiyi nasıl kurduracağız insanlara bilemiyorum. Filmde herhangi bir çocuğa dokunulmadı. Bu hepimizin hassas noktasıydı. Mavi gözlü sarışın çocuk, esmer çocuk, hoş bir adam, beyaz tenli biri… Bunlar özellikle koyuldu oraya… Çünkü herkes artık kendisini empatiye kapattı. Empati kurup sinirlenenler de olabilir. Sen bunu nasıl söylersin ya da iyi ki söyledin dersin. Artık her şeyi halının altına süpürüyoruz. Rakamlara indirgiyoruz. Şu kadar kişi öldü, istismara uğradı diyoruz. Ama görmek çok büyük bir etki yaratıyor, daha çok çarpıyor. Yoksa rakamda kalıyor ve benden uzak bir şey bu, çok üzücü diyerek geçiştiriliyor. Konuşmadığımız şeyler minicik bebekleri, çocukları öldürdü. Bunları bize gösterme, ne lütfen bunları konuşmayalım. Bu kadar ılık ve politik doğrucu olacağımız bir ülkede değiliz açıkçası. Dünyada da değiliz artık. Mesela benim bu konularda netliğim var.
- Çok iyi festivallerde yer aldınız. Bundan sonra nasıl devam edecek yolculuğunuz?
Bulut Reyhanoğlu: Uluslararası birkaç festivalimiz daha var. 2026’da gezeceğimiz festivaller var. Şu anda o şekilde zaten bir planlanmış bir takvimimiz var.
- Var mı eklemek istediğiniz bir şey?
Gözde Kural: Dünyada barış, yurtta barış, cihanda barış falan.