12.06.2020, 09:20

Yapbozdaki tüm parçalar senin mi?

Hatırlarsanız doksanlı yılların son demlerinde ülkemizde bir Orhan Pamuk fırtınası esiyordu. Yani halen gündemde olsa da o zamanlar gerçekten sadece kitapları ile estiriyordu rüzgarı. Yeni Hayat kitabının ilk cümlesi milyonlarca insanın mottosu haline gelmişti, “Bir gün bir kitap okudum, hayatım değişti...” Cümleyi diline pelesenk edenlerin yarısından fazlası o kitabı okumamıştı ama olsun.

Ben de bu hafta size bünyemde bu etkiyi yaratan bir komedi gösterisinden bahsedeceğim. Hatta bu gösterinin ışığında zorla beynimize kazınan, alabildiğince sahte ve çürümüş olan AŞK’tan söz edeceğim.

Berbat hissettiğim bir gecede yakın bir arkadaşımın mutlaka izlemelisin diyerek yolladığı bir link sayesinde tanıştım Daniel Sloss ile. Haberin içeriği ilginçti, bu gösteriyi izleyen 17bin çift ayrıldı! Buram buram clickbait kokan bu haberi normalde pek umursamam ama referans çok sağlam olduğu için izlemeye karar verdim. Netflix’te Dark ve Jigsaw olmak üzere iki bölümü var Sloss’un. İskoçyalı genç bir komedyen kendisi. Yazımızın konusu Jigsaw olsa da Dark’ı da kesinlikle izlemelisiniz.

Sloss gösterisinde ilişkilerden bahsederken 7 yaşında babasına sorduğu bir soruyu anlatıyor. Hayatın anlamı nedir? Babası da gözünün önüne bir yapboz (puzzle) getirmesini söylüyor. Yapbozda ana taktik kenarlardan başlamaktır. İşte hayatında da önce bu ana dört kenarı (iş, sağlık vb.) halletmesi gerektiğini söylüyor. Ortada kalan boşluk ise ruh eşinle, büyük aşkınla dolacak diyor. Ne kadar romantik değil mi?

Esas vurucu kısım ise şu; peki ya hayatımıza giren insanlarda bizim yapbozumuza tam uyacak parçalar yoksa? Bir çok kişi aynı hatayı yapıyor, kendi parçalarını kırarak ya da tamamen atarak büyük aşkının (!) parçalarını kendi yapbozuna uyduruyor. Bu parçalar sevdiği bir arkadaşı, gitmekten keyif aldığı bir cafe, çok sevdiği bir hobisi ya da yaptığı spor olabiliyor. Milyonlarca örnek verilebilir. Hatta tam da şu anda kendi yapbozunuzu düşünmek ister misiniz? Metafordan uzaklaşarak yalın halde anlatmak gerekirse sevdiğimiz, sevdiğimiz sandığımız kişiyi mutlu etmek / kaybetmemek için kendimize ait değerlerden, kendimize olan saygımızdan vazgeçiyoruz. Çünkü dışarıdan “Ay ne kadar mutlulaaar” dedirtecek bir ilişkiye ihtiyacımız var.

Peki bu ilişkiye gerçekten ihtiyacımız var mı? Ya da neden illa ki varmış gibi hissediyoruz, hissettiriliyoruz?

Sadece ülkemizde değil dünya üzerinde insanın ayak basıp bir topluluk oluşturduğu her yerde bir anda kerameti kendinden menkul “Toplum Normları” oluşmaya başlıyor. Fakat burada toplumsal düzeni sağlayan normlardan bahsetmiyorum. Topluluğa ait bireylerin kendini huzurda hissetmesi için icat edilen standartlar esas konumuz. Zaman içerisinde doğal olarak evrim geçiren bu standartlar mutlu, huzurlu bir toplumun ana yapı taşları (!) Dünyaya gel, büyü, oku, iş bul, aile kur, üre ve öl. Bu eylemlerin niceliği ve kalitesi kişinin sosyoekonomik sınıfına göre değişkenlik gösterse de özü aynı. Sürüye başkaldıran kara koyun olduğunuzda da hemen dışlanırsınız.

Bu korkunç sistem içerisinde çocukluğumuzdan beri bize empoze dilen en önemli şey de aşk. Hayatının aşkını bularak bulutların üzerinde bir hayat yaşa, çok sev, aşık ol. Mum ışığında yemekler ye, romantik şarkılar dinle, birlikte gün batımını izle. İzlediğimiz filmlerde, okuduğumuz kitaplarda, reklamlarda hep bu bombardımana maruz kaldık. Ergenliğe adım atarken fazla mesai yapan hormonlarımızın da yardımı ile o destansı aşkı aramaya başladık ve kurallarımız vardı. Çok sevecektik, birbirimizin gözlerinde kaybolacaktık, herkes aşkımızı konuşacaktı. -ki bu apayrı bir ruh hastalığının apayrı bir yazı konusudur-

Sonrası istatistikler. 2019 yılında gerçekleşen evliliklerin neredeyse %30’u boşanma ile sonuçlandı. Bu sadece 2019 yılında evlenenlerin istatistiği.

Bulduğu destansı aşkı ile ortak hayata başlayarak masala adım atan prens ve prenseslerin hayalleri; atılmayan çöpler, ortadan sıkılan diş macunları, ütü izi bırakılan pantolonlar gibi hayat memat meseleleri (!) sebebiyle yerle yeksan oluyor.

Sadede geleyim mi? Ben açık konuşmayı severim, aşk diye bir şey yok a dostlar. Sadece büyük bir piyasa var. Sadece Amerika’da 2019 yılında Sevgililer Günü’nde harcanan para 27,4 milyar dolar. Aşk yok; televizyonlarda, kitaplarda, sosyal medyada her gün gözümüze sokulan ilişki uzmanları, yaşam koçları var. Aşk yok, evlilik teklifi için tek taş alarak diz çökmeni beynine kazıyan bir terör var. Aşk yok, bir lokma bir hırka yerine düğünü, evi ve eşyaları ile akrabalarına hava atacak garip bir aile yapısı var. Örnekleri evlilikten veriyorum ama Sevgililik Müessesesi de farklı değil. Aşk yok, gezdiği yerleri, partnerinin arabasını, sosyal statüsüne sosyal medyada teşhir etmek isteyen çiftler var.

Tüm bu söylemlerin ötesinde gerçekten karşılıklı sevgi ve saygı ile ilişkilerini yürüten, karakteri oturmuş, aklı başında insanları tenzih ederim.

Mutlu haftalar dilerim.

Yorumlar (0)